31 Ağustos 2006 Perşembe

kişisel bi rica

Kimse beni benden çok düşünmesin. Beni bi şilerden kurtarmak adına mahrum etmesin.

Düşünmeyin beni. Cidden. Kötüye bi şi olmaz.


günler geçsin artık. 2 gün birden geçsin hem de.

karmaşa

kuaföre gittim saç kestirmeye. vazgeçip düz fön çektirmeye karar verdim. şu an kafamda gördüğünüz üzere binlerce minik bukle var.

info note

Gidene kadar saçmalayacağımdır. Uzun yazmayacağımdır. manasız; ama manidar olacaktır. Kendim için yazılacaktır. Yazarken düşünmek en verimli düşünme şeklidir. Bu ruh hali biraz ihtiyaçtan biraz da zorunluluktandır. Aniden gelişmiştir. Aslında zor değil; ama bazen çok zor olabilir.

bütün yaz "yaa bu blog fazla siyah" dedim. iyi böyle, kalsın.

30 Ağustos 2006 Çarşamba

beyaz giyme toz olur

kimbilir belki
ilerde, sonralarda yani.




inanmak üzerine

he's back.. from outer space...

sıkılıp gitmişti, geri döndü. söz verdim link vermiycem diye. düşünün bulun. sevindim ben, iyi yazıyo arkadaşım.

pasaport

geldi, geldiiii!!! pasaport elimde, vizelendim. Oturma izni işlemleri ordan.
Nederland+ schengen staten.

fink atacağım fink...

eldiven

Bu bir kışa giriş yazısı olsun bari...
Eldivenlerle ilgili çok temel bi sorunum var: Kayboluyolar. Ben her kış eldiven zaiyatıyla sezonu kapamaktan ve bir sürü alakasız tek eldivene bakıp iç geçirmekten yoruldum. çözüm? işportadan alınan ve illa ki hep siyah ve parmaksız (ki elden çıkartma sayısı ve kaybolma ihtimali azalsın) olan eldivenler. Bi şekilde çift yapılıyolar. Seinfeld'de Jerry'nin "çamaşır makinasına çift girip tek çıkan çoraplar" (ki bu konu da ayrı bi dert) konusundaki engin teşhisi eldivenler için de geçerli. yok oluyolar. tekken bile. bi süre sonra "eldivenim bitti" gibi bi şi oluyo. Eldiven bitebilen bi şi, evet.
Annem bu soruna ben henüz süt dişleriyle gezerken çözüm bulmuştu: iki eldiveni kanat açıklığınız (ahaha evet iki kolunuzu baştan başa açıyosunuz yani) uzunluğunda tercihen kalın bir kumaşın uçlarına dikiyosunuz, eni dar bi kumaş bu. Paltonuzun kollarından geçiriyosunuz, et voila! Eldivenler paltonun kollarından sarkıyo, çıkarsanız da ordalar, kaybolmuyolar ve bitmiyolar. Tüm dünya anneleri kullanıyo bu tekniği.
Yaş 22. Kardeşim ve annem hala saf saf özenle seçilmiş eldivenler hediye ediyolar, özellikle doğumgünümde (kasım soğuk olabiliyo). Tabii ki kayboluyolar; ama annem farklı şehirlerde olduğumuz için 4 yıldır bunu fark etmiyodu, ben de ses çıkartmadım. Dün önce yılgın bi sesle "Deryik ama hala mı kızım" gibi bi şi dedi- anlamış. Ve gayet sevecen bi şekilde "diksem mi ben bunları yine acaba, ne dersin?" diye devam etti. Sonra sitemkar bi tonda "sana deri eldiven hediye edicektim ama daha zamanı var" dedi. Ben zerre kadar, ufacık kaldığım yerden "ezme beni ama anne yaa" diye fısıldadım.
Şimdiiii... "kollarından eldiven sarkan, bere ve atkı arasından sadece gözleri görünen, asla boynunu çeviremeyen velet" imajı için biraz büyüğüm ben. Southpark havasına gerek yok. N'olcak Deryik ve eldivenleri? kaybolmayan eldiven istiyorum ben. mıknatıslı bi proce var aklımda gerçi ama... "Yetişkinlik eldiven kaybetmemektir" desem ben mesela?

29 Ağustos 2006 Salı

msn ve km

Mektup güzel bi şi, kabul. Ama ben icq kullanan ve sonra msn ligine geçen bi insanım. "instınt mesıj" alışkanlığım var. İletişim kirliliği boyutlarında değil çok şükür. Mektup ii güzel de yani şimdi bi arkadaşım anlık bi şi için fikir soramaz mı bana? "deryik bu kıza ne hediye alınır yaf" diyemez mi? "deryik bilmem ne nasıldı biliyo musun" diyemez mi? dertleşemez mi? e tabii instınt mesıjla ne kadar dertleşilir, o ayrı- bi yere kadar. bi süre sonra bi iç çekersin karşıki dağlar yıkılır da karşındaki bilmez. olsun. Azı da kar bazen. Aileden uzak üniv okumuş biri olarak "webcam'e gülümse deryiikkk" anlarını bile kıymetli bulduğum zamanlar olmuştu, yine olur.

şimdi insanlarla aramdaki km artıcak ya, msn kullanımı da artar heralde. ordan şeettim ben.

vizeeeaa

Divadcığımın tepkisine yakın bi tepki vermek üzereyim: pasaport bugün sefarete teslim edildi ,yarın eşşşeeekkllerrrr gibi kapıma gelecek. Nıhahaha. Sonra 6 kere yatçaz kalkcaz, deryik gidicek yaban ellere. Hulusicim karşılıycak belki beni. ordan da yazarım elbet. Bağlantı vs işlerini bilmiyorum gerçi yurttaki.

Hangi yurt olduğunu bilmiyorum ki zaten.
Derslerimi de bilmiyorum.
Kasaptan kıyma alabilecek miyim , bilmiyorum.
"pilavlık pirinç" nasıl denir, bilmiyorum.

Hatta düşündüm, hazırlıkta bi çaba öğrettikleri onca sebze adını da hatırlamıyorum. İş zor sanki. Bi ben değilim bunları yaşayan, hallolur elbet. "aslında zor değil" diyoruz burdan evet. Mutfak kabusu ben dolma bile yaptım, her şey olur yani.

ehehe annem bavulları seyrediyo şu an- o kadar boşlar ki :) içine girecek her şey yatağa yığıldı. ütülendi temizlendi. bugün bavulları kapayıp kapıya koysam annem rahat bi nefes alıcak; ama insaf 1 hafta var. Deryik ne zaman bi hafta öncesinden hazırlandı? Hiçbi zaman. e yani o zaman...

Pekiiiiiii salı gecesi nedir? Manhattan gecesiidiiirrr... Ankara'daki yegane kavalye kimdir? Ersin the lise yadigarıdııırrr. Hadi o zamandır gece olsunduurr.


28 Ağustos 2006 Pazartesi

moleskine- o bi maharetli

Eveeeat sonunda moleskine defterler geldiler. Ben de gidip aldım, şu 3lü satılan ve cep boyu olanlardan. Dümdüz. Siyah. Daha janjanlılar gelmemiş henüz, bu güzel hem. Defterin amacına uygun kullanımı için geriye bi Picasso gözü ( kalmadıysa Matisse de olur) ve Hemingway kalemi (Sartre da kabulüm) edinmek kaldı ve fakat onu yanında vermiyolar tabii... olsun, n'apalım.

Radikal'in Kitap eki der ki, bu moleskine defterlerin şehir versiyonları çıkmak üzere. 228 sayfa. Şehrin genel haritası dışında bölge bölge küçük haritalar var. sevdiğiniz barmış, şarapeviymiş, insanlarmış, kitaplarmış not edin diye özel bölümü var. Ekim'de Batı Avrupa başkentleri, 2007 ilkbaharında Amerikan şehirleri. 2008'de sıra Asya'ya geliyomuş.

bu arada her Türk gencinin bi kez aklına takıldığını tahmin ettiğim soru: Türkiye coğrafi olarak nerde? Hangi bölgedeyiz biz?Avrupa-Asya çekişmesini geçtik diyelim. Tarihlerden fi, internette burs ararken "bölgeyi seçiniz" gibi bi şi vardı, ordan da ülkeni seçicen. Aman aman o ne... Asya ve Avrupa'da yokuz. Akdeniz Ülkeleri? cık, değilmişiz. Ortadoğu Ülkeleri? ı-ıh. Neyiz Allahım biz? utanmasalar onca bölgenin altına "Türkiye" diye böyle en bi tek başına iliştireceklermiş yani.
Moleskine bizi Doğu Avrupa'ya mı dahil eder Asya'ya mı, merak içindeyim.

Deftere de öyle bi etiket yapmışlar ki ("picasso kullandı, hemingway kullandı, hadi yine iisin bak" kıvamı), içine çizgi çekerken bile geriliyo insan. Kalemin yapacağı her hareket mühim; zira tanıtımda bu sanat dehalarının dehasının kaynağı nerdeyse defterleri olarak gösterilmiş. Zekice.

iç şiş ve Pal Sokağı Bloggerları

annem der bunu: iç şiş. "içim şişti" demek. iç şiş. bu ara böyle. 1 hafta kadar böyle kalıcak. Pack your memories and leave demiş Vaya Con Dios. A Dios.

insanlar ne kadar ciddiye alıyo blog alemindeki her şeyi. kızabilirsin tabii, dalganı da geçersin, ağız dalaşı da yaparsın, aşk yaşarsın, seversin, anlaşırsın. İş bazen ciddiye binebilir, davalık olursun, olmuyo değil. benim dediğim şey, hani şu Pal Sokağı Çocukları hali. hööyt kimlerdensin? kimi seversin necisin? di bakem bağa.. Ergen gruplaşması halleri.

ne biliym yaa, istemiyosan açma okuma. nedir bu "vayy efendim blogsal derinlik" arayışı? boy verelim madem. derin yazsın bazısı, gününü yazsın bazısı, benim gibi gevelesin bazısı.. hepsi lazım. nolcak sanki. anca türkçe blog takip edebiliyoruz, ona mı yetiyoruz yani.. elin çinlisi "ben bugün bi kuş gördüm sonra Gucci'ye gittim. Sonra kitap okurken uyumuşum " yazsa haberin mi oluyo? yazıyı yazan 13 yaşında olsa nolucak? Hem yazılar, yazan hakkında ne kadar bilgi verebilir ki?

ben mesela çok başarılı bi (hani özet bi tarif olsun) "tikicik alışverişte" blogu açabilirim. ha keza, "depresyon benim yaşam tarzım" blogunu da bi süre kotarırım heralde. "takı yaparken Derya Gibi'yi seyreden ev hanımı" blogu daha da uzun dayanır. Ne bileceksiniz hangisi olduğumu... bu kadar inanmayın sanal kimliklere lüffen.. tanıdıkları okurken biliyo insan da elin blog yazarını nerden bilicen yani. heç işte, gençlik.

termal diyorum termal.. offline harcansın bu enerji. Blogsuz ve bloggersız da yaşanıyo icabında.

zaten iç şiş. hava sıcak. derin nefes alın, takılmayın bu kadar. o dedi ki bu dedi ki yazılarını sevemedim ben zira.

27 Ağustos 2006 Pazar

Ms. Monroe




it's all about u marilyn
so keep on smilin'
when they r all there lyin' & lyin'
shine so blonde as tears start runnin'
it's all about u marilyn
so keep it all goin'
similin' & shinin'
it's all about...
u know, marilyn
don't keep me singin'

****************

bapbap şubapbap

yetişmek

ben hep İÇEBİLEN kalmak istiyorum doktor bey. yetişkin olmayan, yetişmeyen. yetişmek beni geriyo doktor bey, geç kalsam da gülümsemeyle karşılanmak istiyorum ben. nedir acele hız zaman derdi? beni mi gerdi? hiç yani..
yarın 9da kalkıcam ben. erken. 9un erken olduğu zamanlarda kalmak istiyorum. 7de uyanmam gerekmesin. kimse bu yazıya gerçekçi yorumlar yapmasın. "aslında zor değil", bunu da yapıcam ben evet evet. erken kalkmiycam hiç-gerekmiycek.
benim lise arkadaşlarım olsun ankarada olsun hep, üniversite tayfam istanbulda. hep dışarda gülüşerek ve "amma konuştun be deryik"le geçsin geceler. ha-ha-ha. bi benim sanki bunu isteyen! Olsun. tuhaf tesadüfler çıksın hep karşıma- "aa o muu o benim arkadaşıımm" diym ben hep. Rus kızları kesen, taktik isteyen arkadaşlarım olsun. "erkek milleti" geyiği yapıcağım arkadaşlarım olsun. böyle kalalım, 22ye demirli.
yetişkin, yetişen, yetişmesi gereken... üçü de burdan gitsin.

bir meslek olarak gaylik

murat bardakçı ve hürriyet'teki köşesi. bugünkü yazısında "gayler" ve "fuhuş yapan gayler" gibi çok büyük bi ayrımı atlaması. "gayler osmanlıda esnaf sayılırdı" demesi. Travesti, transseksüel, gay ve lezbiyen ayrımlarını görmezden gelmesi. mail attım kendisine, cevap gelirse yayınlarım elbet. İyi niyetle, bursa'daki olayı kınamak için yazmış sanki; ama kaş yaparken göz çıkmış.

merak edenler varsa,yazının başlığı bile yeter gerçi
ama, buyrun burdan .

26 Ağustos 2006 Cumartesi

Hediye

Birilerine bi şi hediye etmeyi hatta tercihen yapmayı severim. Uğraşmak hoşuma gider, paketi süsü vs; ama hediyeyi alan kişi olmak bambaşka. Hele o hediyeler sizi düşünerek seçildiyse, uzaklardan gelmişse, her birinde "aa ama buu buuu aaa" nidasıyla sevindiyseniz, işi abartıp ellerinizi çırptıysanız, paketi açınca "beklediği çizgifilm başlayan çocuk" gibi olduysanız falan... Hediyeyi seçen kişinin nezaketi ve özeni en büyük hediye oluyo böyle zamanlarda. Teşekkürler İCK*, ben bugün yine çok mahçubum.



Ve efendiiiiimm.. arsızca hediye tanıtımı katalogu (İCK bi şi demez di mi? demez demez):

1)sol üst köşede: Chocolate Ecstasy: 75 of the most dengerous recipes ever (çikolata zaafı adınaa)
2) sağ üst köşede: ART- the Critics Choice: 150 Masterpieces of Western Art (bir türlü yenileyemediğim fi tarihli Gombrich- Sanatın Tarihi adınaa)
3)Ortada boylu boyunca ve hemen yanı başında: Marilyn Monroe t-shirt'ü ve telefon kılıfı (marilyn adınaaaa marilynnn marilynnnn :))
4)Kenarda sona kalan: Tavus kuşlu stamps saat (aynısını aldığımın ertesi günü havuzda boğup bozmuş olmam adınaaa)

Peki ben naptım? giyelebilir takılabilir her şeyi giyip taktım, kitaplarımı okudum. ART renkli ve güzel, 1993'e kadar geliyo. Çikolatalı tariflerle ilgili yegane sıkıntım benim mutfak özürlü olmam ve lakin bunda acaba bir ima mı vardır nedir, kıyıdan köşeden girişmek lazım :) üstelik adiler o kadar güzel fotoğraflamış ki, bu sıcakta buharlar dolusu çikolata eritebilirim. Hele bi "death by chocalate" var.. hımmm..

Deryik tarihindeki sayılı "en mutlu hediye demetleri"nden biri için
Tri lay lay liiimmm tri lay lay looommm
denebilir mi? En bi zamanı :)

* İCK açılımı bu blogun derinlerinde bi yerde yapılmıştır elbet- azim azizim.

ihmal

Ben galiba insanlara karşı ihmalkar davranıyorum. ya da yetişemiyorum- bilmiyorum. Samimiyetsiz değilim en azından, bu da bi şidir. İlgileniyorum arkadaşlarımla, akrabalarımla, çevremdekilerle ; ama belli edemiyorum sanırım. Bi yerde mutlaka bi "aşkolsun deryik" duyuyorum. Fazla tekil bi insanım galiba, üniversitedeki özhakiki tayfası dışında benim 2-3 kişiden fazla bi grupla dışarı çıkmışlığım yoktur. Bilmem ki neden, küçüklüğümden beri "buzdolabı" olsun, "soğuk nemrut kız" olsun, yemediğim laf kalmadı, doruk noktasını "buzlar kraliçesi" lafıyla mezuniyet öncesi yaptım. bu konuyu daha önce ele almış idik, haliyle deja vu hissi istemiyoruz.

Diyeceğim şu, benim böyle bi korkum var: insanları ihmal etme korkusu. Acı olan şu ki, bu haklı bi korku, bi nevi özdenetim mekanizması; çünkü bunun faturasını bir kez ağır bi şekilde ödedim. Çok yakınımdakilere dair önemli noktaları bilmeyip tuhaf detayları bilebiliyorum, rahatsız edici. İhmal edilmiş hisseden de çıkıp "aayy ihmaaal ihmaaal" demiyo ki-dememeli zaten. Ben hiç ihmal edilmiş hissetmiyorum, ondan mı acaba? İkinci plana atıldığımı, sadece gerekince arandığımı hissederim; ama ihmal gibi gelmiyo bana- samimiyet olduğu sürece.
Belki herkese oluyodur bu ya da köyün delisiyimdir ben.


bu arada.. yukardaki link'te okuyacağınız gözlük var ya.. kırıldı.

25 Ağustos 2006 Cuma

milli kütüphane ve dantel ve el oyalama saplantısı

Şu bi gerçek ki, bu topraklardaki en yoğun "okuma seansları" toplu taşıma araçlarında gazete kuşatarak ve tuvalette ufak bir milli kütüphane inşa ederek gerçekleşiyor. Ve lakin tuvalet kütüphanesi daha mahrem sayılır. Herkesin bilip de söylemediği şey. Misafir "abi işim uzun, gazetenin futbol sayfasını versene bi" diyemez. "üzerinde hikaye yazılı tuvalet kağıdı" projesi de yazarı ikna etme sorunu yüzünden suya düşer heralde.

Çözüm? Maison Française'de (mimar kızıyım evet ben) "tuvaletinizin yanına 3 raflı bi kitaplık koyun, çiçeklerle boyayıp, kenarına boncuk asın, dergiden romana her şey olsun" gibi bi tavsiye vardı, sene bindokuzyüzçokönce. Böyle bi kendiyle barışıklık, "hepimiz tuvalette okuyoruz evet" hali. Tabii bi yandan da misafirlere "tuvalette Tutanamayanlar'ı bitirdik biz ailecek, öyle bi kültür fışkırıyo her yerimizden" imajı. Vay be. E tabii o chic kütüphanecik'e uygun tuvaletnmiş banyoymuş da ayrı mesele, iki önceki sayfada ele aldılar o konuyu.

Bu arada (daldan dala daldann dala), banyo- tuvalet gibi mekanlarda tığ işi, dantel vs görmek enteresan geliyo bana. Bi efsaneye göre dantelden "tuvalet kağıtlığı" tasarlamış bi komşu teyze varmış annemlerin eski evinde (ve teyzem incelemek için eline aldığında tuvalete düşürmüş ahahaha). Dantel istilası.
Gerçi ben "kapı kapanmasın diye önüne konan taş"a dantel kılıf diken bi teyze biliyorum. E yani 'el oyalansın' diye atkı örüp, herkes atkıya doyduğu için kimseye veremeyince söküp tekrar örmek gibi bi şi olsa gerek. Dantelin alternatifi sigara ya da çekirdek heralde. ya da tırnak yemek. Tespih bile bu gruba girebilir. El oyalama lafının ingilizcesi fransızcası vb. de yoktur bence. Elleriyle derdi olan huzursuz bi milletiz galiba.

sıcaklarda hasta olmak

küfür gibi di mi? çorap giydim demin. şu an tek isteğim bi hırka. karın ağrısı- mide bulantısı çiftiyle bütün ankarayı turladım bugün, azaptı. Dün zehirlendim galiba. Ben zehirlendiğimi düşündüğüm zamanlarda yaptığım üzere "şarap üstüne en yağlısından fast food" yöntemiyle, muhtemel bir iyileşme ihtimaline direkt müdahale edip yatağa düştüm. Ateşim çıkıyo galiba. haşlanmış patates ve yoğurt istiyorum. Sürekli uyumak istiyorum ve üşüyorum. aslında biliyorum, hava çoook sıcak. Annem gözlerini kocaman açmış "hay allah giderayak.. tüh tüh vah" diyo. Benim sağlıklı bi şekilde yola çıkmışlığım pek yok zaten, en azından bi belim boynum tutulur. öylesi zevkli.

Geçer geçer, ciddi bi şi yok. Konuyla ilgili sevdiğimiz cümle: Kötüye bi şi olmaz- ahahahaha.

yorumlara cevap yazdım ama blogger benim cevapları sevmedi, yayınlamıyo. Bi ara uğraşıcam; ama halsizim biraz.

24 Ağustos 2006 Perşembe

bu sıcakta yapılacak 10 ölümcül hata

1)uzuun upuzuunn darrr dapdar kot giymek. istanbul'u bilemiycem, burda hem isilik hem kurdeşen anlamına geliyo. kışın giyelim, zira kışın keten pantolonmuş, mini etekmiş, uçuşan tüllermiş vs- zor biraz. Tamam güzel duruyo, bacaklar düzgün ve en bi cigarette; ama sağlık da mühim. Püfür kumaşlar olsun bu yaz vakti. Hem kadınlar etek giymekten korkmasın. Erkekler etek giyenleri taciz etmesin. etekli kadın ne kadar azaldı fark ettiniz mi? Hele çalışan kadınlar arasında...
2) devlet dairelerini ölümcül mekanları sanmak. yoo dostum yoo, halden anlayan insanlar DA var. çok sevdim ben onları bugün. Devlet dairelerine telefon etmek azap ama. bi bant çıkıyo, "küfür etmek için 1'e, beni sevdiysen 2'ye..." falan. En komiği ise bandın en sonundaki "acil bi durumdaysanız ve yardıma ihtiyacınız varsa 9a basınız" lafıydı, çok güldüm. 2,5 dakika dinledikten sonra duyuluyo da...
3) mini etek çekiştirmek- yorumsuz. ek olarak, "10 cm topuk giyip mini etek çekiştirmek", "10 cm topuk ve iddialı bi dekolteyle mini etek çekiştirmek", "erkek arkadaşın kolunda sepet gibi asılıyken mini etek çekiştirmek" ve "kolundakini sepet sanan erkek tarafından uyarılınca mini etek çekiştirmek" gibi alt başlıkları da var.
4)sivri burunlu erkek ayakkabıları. makosen. bu sıcakta. sivri sivri. çirkin çoraplı. amerikalıların dediği gibi dostum: yuck.
5) belediye otobüsüne binmemek- zira klimalı tek taşıt şu an. delirince hızlı da gidiyo şoförler. bu arada bugün bi taksi şoförü "abla aramızda gün yapıyoruz, sırası gelen arkadaşa parasını vericem izninle" dedi. otobüs duraklar eğlenceli hem. hep biri bi soru sorar bana. geçen gün bi amca "bak bakalım şu ağaç tomurcuklanmış mı gözüm seçmiyo" dedi.
6)erkekler ve beyaz keten pantolon içine boxer çalışmaları- yine yorum yok. altında beyaz makosen ve sivri burunlu ayakkabı olunca tam oluyo, belirtmeden edemiyorum.
7) kadınlar ve beyaz, dar ve illa ki yarı şeffaf pantolonla tanga, boxer, selülit ve illa ki düşük bel çalışmaları- deriiin sessizlik. bunlar 9. maddeyle birleşince ölümcül oluyo. genelde kendilerini müthiş çekici, orta yaşlı ama bööle "klima karşısında saç savuran angelina jolie" sanan tipler oluyo. çocuklular çabuk vazgeçiyo; zira "anne donun görünüyooo" diyen veletler hala var.
8) erkekler ve güneş gözlüğü arkasından kız keserken "abi yüzüne güneş vurunca nereye baktıın belli oluyo yannız" gerçeğini atlamak. ahahaha. hele kız karşısında değilse şaşı olan tipler. "ufka bakıyo gibi yapcam diye gözüm kaydı len" tipleri. evet, sivri burunlu makosen, kovboy gibi.
9) oflayan kadınlarla eşmekanlı olmak- kabus. oflayan, terleyen, eline ilk geçen kağıdı sallayan ve sürekli kendine ortak arayan kadınlar. genelde "teyze" dediğimiz bu kesim niyeyse sıcak hava konusunda bi sorumlu arar, "ozonu delmişler ondan diyolar" diyeni vardı. "dii mi hanım kızzzımm" diye devam eder. ya da durup dururken kulağınıza eğilip "buralar ağaçlıktı eskiden, püfür püfürdü" falan derler. Ofladıkları hava daima sıcaktır, yüzünüze yüzünüze gelir.
10) Şeffaf sütyen askısı. Allahım nerden çıktı bu? Niye niye niye? bi de renkli ve şeffaf oluyo, iice kötü. bu sıcakta tene yapışıp belirgin bi kızarıklık yapıyo, en bi belli oluyo. Sivilce bile yapar o şey kesin. rica edicem hanımlar yani... lütfen. cık cık cık. Rus kızlar kullanabilir, zira sütyen askılarına pek dikkat etmiyoruz, sıra gelmiyo. Bi ara "üstünde plastik çiçek olan" modeli bile yapılmıştı- kötü bi fikir. toplatılsın bile derim ben yani.
bu on madde arasında bi ranking yok (ay siz türkler nası diyoo). ööle aklıma geldikçe yazdım yani, sıralama değişebilir.

23 Ağustos 2006 Çarşamba

azim sebat vizesi

veee benim güzel bianca'm "deryik vizen gelmiş, koş al sefaretten" dedi. Gerçi bu kısım biraz zorlu olucak - randevu al falan filan... olsun n'apalım. yanarım yanarım 29una olan bileti iptal ettiğime yanarım, en erken 5ine var bilet çünkü. geç gitmeyi dert etmiycem, ferah ferah toplanıcam artık.

İstanbul'daki veda yemeğine de gelemiyorum özhakiki tayfası, özürler burdan. pimpirik halleri. bi de bu iki arada pasaportumu uzatmaya kalkıcam çünkü.

olsun ama. vizem geldi. hem de bi haftada. müthiş bianca.

tri laylay liiim tri laylay loommm diyebiliriz bu durumda :)

görmemişin rötarlı tatil fotosu

Yalıçiftlik denen güzide beldeyi abla-kardeş sizinle paylaşmakta beis görmemekteyiz. Torba'ya çok yakın olduğu için maaile günübirlik gideriz. Club Med'in hemen yanındaki "mustafa deli ağa'nin yeri" adlı salaş, boş, rahat ve ucuz mekan. Akşamları şarabını kapan sörf ve katamaran yorgunu fransızlar club med'den buraya gelip mehtap keyfi yapmakta. bol dalgalı, bol kalamarlı, her zaman ördekli ve köpekli eğlenceli mekan. Mustafa Bey de enteresan bi karakterdir zaten.
Türkbükü'nün sintineli denizinde debelenen kokoşumsulara selam ola, mis gibiydi valla yalıçiftlik. Bodrum'a gelip çıstak eğlence dışında bi şi arayanlardansanız, aklınızda olsun, yarımadada belki de bodrumun 70lerdeki halini hala yaşatabilen nadir yerlerdendir. Hemen yanıbaşında minik bi tersane de var, şanslıysanız teknelerin denize indirilişini seyretmek mümkün.
"Torba fotoğrafı niye yok" derseniz.. bilmem, yalıçiftlik olsun bu sefer.

arakçı deryik- hiiii!!!



deryik n'aptı? sevmez bunu yapmayı; ama model arakladı. YSL üretivermiş en bi kolayından kolye, buyrun işte tıpatıp aynısı. mercanlar gerçek siyah mercan ama; tek sahte olmayan şey :) boncuklu bi top, yanında da siyah keçe bi top. modeliniz de deryik boynu. altın rengi sevmem pek, belki ciddi bi yemek vs vuku bulur kolyesi.

şu "evlilik.guzel-siteler.info" adresinden gelenlerden de özür dilerim, kendileri linki vermişler yalnız izdivacınız için gerekli aksesuarlar bu blogdan çok uzak. onlar sadece google'da arama yapmayı bilen insanlar. o kadar.

pimpirik

Annem pimpiriklidir. Bizim aile eşrafındaki bütün dişiler pimpiriklidir. Aslında gayet geniş zamanlarda rahatça yapılabilecek işleri ben hep son ana bırakırım. Pimpirik annesi bu esnada devreye girer. Sürekli soru sorar, genelde kendi cevaplar. En çok "hadi" der. Hadi hadi hadi... Bi an gelir, iş bizi aşar, beklemeye başlarız (ör: vize). pimpiriğin altın kuralı statükodur. "zaten bekliyoruz şöyle bi gezip geliym" diye bi şi yoktur, kıpırdamadan beklemek icap eder. Zira pimpirik der ki bekleyiş rutinini bozan her hareket gidişatı etkileyebilir. Karma gibi bi şi sanırım. Pimpiriğin bi diğer kuralı da her daim en kötüyü düşünmektir. Kıyamet senaryoları hazırlamak ve fakat diğer pimpirik dişilerinin felaket senaryolarına fantastik hikaye muamelesi çekip "amaan abartma, içini ferah tut" falan demektir.

pimpirik genelde, iki kaşın ortada birleşerek yukarı kalkması ve kırışan alna eklenen büzülmüş dudaklardaki "e şimdi nolcak peki" cümlesiyle vücuda gelir. Gözler kocaman açılmış, eldeki telefonun tuşlarına basılmaktadır. "e sen de fazla bi rahatsın yani çok güveniyosun işlerin yolunda gideceğine" felsefesiyle yoğurulmuş bir "B planı garanticiliği" hakimdir.

Güzel bi şi pimpirik. eğlenceli.

22 Ağustos 2006 Salı

eğlenceli kelimeler sözlüğü

tumturaklı kelimesini ele almıştık. töhmet'i de. bunlara bir de ikircikli kelimesini ekliyorum.
ikircikli... ikir ikir cik cik. ikir nedir, ikircik nedir.

bu arada, tumturak "hakuna matata" gibi bi melodiye sahip; ama "tam takır kuru bakır"a da benziyor beri yandan.



ya da hava çok sıcak, saçmalıyorum, mümkün.
ne çok yazdım ben bugün ya. fişimi çekin.

Kate Moss

Ben mi yanlış görüyorum yoksa Kate Moss binbeşyüzüncü altın çağını mı yaşamakta? Kate Moss'un modellik yapmadığı tek bir marka var mı bu sezon? Hani uyuşturucu skandalları vs olmuştu, silmişlerdi kate'i? Kadın zaten hala güzel, bi de gözlerinin şeklinden sanırım bana hep böyle bi

"amaan geldik poz veriyoruz da yani uykum varr benim beaa al tamam kafayı yana eğdim, dudaklar ıslak ve aralık- oldu mu, tamam mı, satıcak ürünleriniz, bırakın beni"

hissiyatı verir, ayrı bi severim kendisini... de cidden bi tuhaf; o kadar her markaya modellik yapmış ki, sanki tek bi markanın kataloğuna bakar gibi- "marka"lık kalmamış yani. Sattırıyordur gerçi, eminim.
Ve Vogue eylül sayısı farkında olmadan itiraf etmekte:
Vogue'un bile satılması için kapağa Kate Moss'u koyması gerekiyor!

20 yaş dişleri- tansiyon dönencesi

22 olmanın verdiği sorumlulukla, yılda bir tane çektirme törenini gerçekleştirdim, ikinci 20lik de gitti. Ve fakat bu sıcakta düşmüş tansiyonumla sabahtan beri yarı hayalet dolaşan ben, ilk kez dişçi çıkışı "anne dönüyo dünya" dedim. dişçi fobisini 6 yaşında aşmış, 25 civarı dolgusu, 2-3 kanal tedavisi yaşamış biri olarak dişçi benim için "aa burnum uyuştu ehüeühe" yeridir. Fobik bi durum değil yani. Ağrı eşiğim çok düşük benim, bi de vagatoniğim ben- tansiyon düşüveriyo işte; ama insanlar panik oluyo. dişçim habire koltuğu yatırıp kaldırdı, çekiverdi dişi. bitti diye rahatladık. Sonra:

-teşekkür ederim iyi günleer (...) anne dönüyorum
- otur kızım
-anne yatmak istiyorum
-(dişçim) deryik gel uzan
-gelemiyorum
- koluna girelim de kalk
-kalkamıyorum
-bak içerde koltuk var, oraya gidicez
-görmüyorum
(dişçim koluma girdi, yürüyoruz)
-beyazıt bey önümü görmüyorum, karardı
-biliyorum
-ve giderek hafifliyorum
-(arkadan) dayan deryik geldik (tabii ki annem :P)
-aa deryik düşmek üzere!!! bak koltuk geldik
-ama görmüyorum ki. hissetmem lazım
****deryik kıçını koltuğa, başını yastığa dayar ve dünya yerine oturur***
vişne suyu vs, düzeldim işte. ve sonra fark ettim ki çöl aşmışım gibi geçen bu çileli yolculuk 7-8 adımlık bi mesafeymiş. ne diym ben kendime....

21 Ağustos 2006 Pazartesi

PMS

Biri gelse, "deryik günlük hayatında ayağına dolanan, başına dert olan, bööle lüzumsuz, olmasa da olur bi şi seç, derhal yok edicez" dese...

ne trafik, ne manikür, ne erken kalkmak, ne de dağınıklık (ki bilen bilir, güçlü bi aday)...

PMS derim PMS.

böyle bir soygun yok!

Hollanda konsolosluğunun call center'ını arıyorsunuz. mekanik ses "pin kodu alın sorunuzu ancak öyle cevaplayabiliriz" gibi bir şey diyor ve asla operatöre bağlanmıyor. Pin kodu almanın bedeli (18+3,5 banka masrafı) 21,5 YTL, yani 11 euro civarı. bankaya yatırdıktan 1 gün sonra kullanabiliyorsunuz. call center'dan bilgi almak için 11 euro çok mu geldi? dekontun üstündeki uyarıyı veznedar gösteriyor:

PIN KODU TEK BİR ARAMA İÇİN GEÇERLİDİR.

Bu hırsızlık önünde saygıyla eğiliyorum. sefaretten vize bilgisi almak için her seferinde 21,5 YTL ve 1 gün harcamak gerekiyormuş. Verdikleri cevap ne acaba? Websitesi mi dediniz? Hayır efendim, online bilgi edinmek mümkün değil. websitesi açılmıyor. İlla ki alınacak o pin kodu.

Türklerin Avrupa'da Almanya'dan sonra en çok Hollanda'da yaşadığını ve Hollanda'daki en büyük yabancı nüfus olduğunu bilmem söylemiş miydim?

ooooo bilgi alma özgürlüğü... ne güzel bir hayalimizdin, bir tek yaban ellerde öterdin. o yaban eller buralara gelince kraldan çok kralcı oluverdiler. Yabancıların prensipli halleri, Türkiye'deki çakallığa "karşı" oluşları buraya gelince nasıl da bir anda değişiveriyor! Nasıl da bir anda "Türk işi" iş yapmayı öğreniyorlar! Aslında nasıl da merak ediyorlar kazık atma tekniklerini!

bu konuda şikayet etmek isterseniz, dışişlerinin cevabı şu: "büyükelçilikler o ülke toprağı ve onların yetkisindedir, bir şey yapamayız."

hepinizi öptüm tatlım.
üstelik defalarca.
pin kodsuz.

20 Ağustos 2006 Pazar

militarist topluma giriş 1: Her-türk-asker-doğar(mış)!!!!

bu uzun bi yazıdır ve bi çırpıda yazılmıştır, sıcakta çekilmez bir konudadır. atlayabilirsiniz.
Bu ülkenin savaşa, askere bakışı bi tuhaf bence (kendimi dışında tutmuyorum). Komşu savaşlar hep "acı, haksızlık". Bizim kurtuluş savaşımız da mesela, "acılar içinde kahramanlık". ama bi grup var mesela, savaşı "gerekli" görebiliyor, rum, kürt, ermeni, abartırsak eğer, amerika, israil vs tehdidi her an olabilir diye. Enteresan. nedense aynı güruhun horoz/ köpek dövüşü ya da boğa güreşlerinde gayet sakin bahis oynayabileceğini düşünüyorum. bahsettiğim tabii ki gerçek bir savaş halinde savunma değil, savaş açlığı/ saldırganlığı.
"her türk asker doğar" cümlesi ve perihan mağden üzerinden yazıyorum şu an. kendisinin de belirttiği üzere "Nasıl ki bir insan balet, narenciye üreticisi, kaportacı, fizikçi, baraj mühendisi… olarak doğmazsa asker olarak da doğmaz." askerlik bi meslek nihayetinde. biz ordusuyla övünen bi milletiz, di mi? Bi yandan da NATO'nun emir eri olmaktan şikayetçiyiz, di mi? "avrupanın en güçlü kara ordusu" lafının aslında "avrupanın karadan teke tek çarpışmaya hazır yegane asker stoğu" olduğumuz anlamına geldiğini itiraf (!) eden bi milli güvenlik hocam vardı. neyse, konu o değil. biz niye doğuştan bi şi olmaya çalışıyoruz ve niye tercihimiz asker olmak. mesele bu.
Ben mesela asker doğamam; bu ülkede kadınlar askere alınmıyor. Yani aslında "her türk asker doğar" lafı, kadınları türk bile saymıyor, di mi? aa türk kadınları ama- nene hatunlar. onlar "dışardan destek ünitesi", sırtında kurşun taşıyıcılar; ama asla genelkurmay başkanı olamayacak olan "cefakar, vefakar, çileli kadın"lar. MGK'da bir sürü kadın olsa, tayyip'e "Lübnan'a asker göndermek için BM kararı bekliyoruz" dese apoletleri üzerinden- imrenmek değil bu, cinsiyetçiliği fark ettirmek için söylüyorum. Askerlik erkek işidir. Her türk asker doğar. Her türk asker doğabildiğine göre erkektir.
Diyeceksiniz ki kadınlar sanki her alanda eşit de bi askerlik kaldı. ya da diyeceksiniz ki "kadınlar anne, daha duygusal hede hödö". değil, konu o değil. askerlik bir meslek nihayetinde, ya da doğuştan bir meziyet.
Ve biri bana mutlaka diyecek ki, "yarın kapında düşman bitiverirse o beğenmediğin askerler koruyacak seni". hadi yaa? armut topliycaz biz yani? ben kenarda oturup askeri bekliycem? savunma, savaş değil direniştir ve artık siviller askerlerden daha çok hedef alındığına göre, savunma giderek sivilleşmektedir. Savunmayı sadece askere bırakmayacak kadar vatansever insanlar var bu ülkede. konu şu ki, olmayan düşmanların büyümüş gölgesi sayesinde müthiş bi asker stoğumuz var, çat kapı afganistan, sonra ırak, sonra lübnan. koşarız anacım biz. işimiz ne. asker doğmuşuz ya hani. kadınlar da kağnı sırtında cephanelik taşır. ver elini istiklal savaşı oryantalizmi.
Keşke doktor doğsak biz. Türkücü doğsak. Cerrah doğsak mesela, öğretmen doğsak. Kızların eline bez bebek, erkeklerin eline silah vermesek. erkekler hiyerarşik büyütülmese keşke. ordudaki er evinde general olup emirler yağdırmasa. biz mesela kendimizle barışık doğsak keşke. barışık olabilsek birlik de oluruz hem, bir arada. Lübnan mesela, "son osmanlı ruhu ordaydı" demiş bir köşe yazarı, ne kadar doğru. Birliktiler, dağılıverdiler. Biz de düşman kovalamasak da barışsak.O zaman travesti taşlamayız yol ortasında belki. onlar asker olamıyordu di mi? sahi eşcinsellere ve engellilere "çürük" diyor bizim ordumuz. onlar da asker doğacak kadar türk değil mi ne? vicdani redcilere ne dendi biliyor musunuz? "eşcinsel ilişki halinde çekilmiş bir video ve fotoğrafla gel, çürük raporu al". eşcinsellik orduya böyle ispat ediliyor çünkü; görsel kanıtla. bu bi aşağılama değil tabii- şüphecilik gösterisi. ordu vicdani reddi tanımıyor. niye? herkes askerlikten; doğuştan kaderi olan meslekten kaçarmış. bütün avrupa bu işi sosyal hizmet ya da askerlik şeklinde tercihe soktu. bi seferde de gidilmiyor, toplamda 6 ay mesela, 3 yıl yazları 2 ay gidiyosunuz bitiyo. daha mı az asker onlar? "er stoğu" değiller o ayrı.
Keşke bunları söylemek insanların tüylerini diken diken etmese. askerli demokrasi olmasak biz. sivil insiyatif olsak. Her bi delikten türklük tanımı fışkırmasa. "vay türklüğe hakaret" delisi olmasak. Linç linç aranmasak. türkün türke propagandasının deli saçmalığını görebilsek keşke. Komplekslerimizi "türk doktor amerikaya parmak ısırttı"/ " Türk kızı dünya güzeli oldu"larla sürmanşet ilan etmesek.
Biz bu kadar kendimize odaklanmayıp etrafı da fark etsek keşke. her türk asker doğarmış. iyi aferin. türkler insan doğsa ya önce. "Atatürk de askerdi" evet; ama "asker bir millet" istemezdi bence, apoletini çıkarıp meclisi kurdu o adam.
"doğuda askerler şehit olurken...." diyen olursa - militarist bir topluma karşı olmak orduya karşı olmak, vatan haini olmak demek değil; çünkü bu toplum sadece "ordu" değil. kim ister ki bu acıları? ama bu ülkenin sorunları siyasi ve toplumsal, askeri değil. siyaset ve sosyolojiyi çözüm değil sorun için kullanıp sonra da silahla çözmek kaç ülkede işe yaradı? Askerler askerlik hariç her işi yapıyor artık. Bu askeriyeye hakaret değil mi peki? kendi siyasetini yapamayıp ordusuna emanet eden bir ülkeyi savunmak. askeri hem yargıç, hem politikacı, hem asker görmek. hem doktor hem öğretmen yapmak. devletin eksiğini orduyla kapamaya çalışmak; bu da bir acizlik değil mi? keşke yetse devlet. keşke TSK sayesinde öğretmene, doktora kavuşan köyler kalmasa artık. keşke askerler sadece asker olabilse.
sahi bu ülkede hukuk nedir politika nedir? kulakları tıkayıp "lalaalaalaaa" diye bağıralım mı gençler? severiz biz. bu yazı sıcaktan değil, içten gelen bir "ooof of" yüzünden yazıldı.
bitti yazı. dağılın şimdi. "deniz akkaya'yla top model" başladı.

hep dediğim gibi

Tunalı'dan evime bir yokuş,
İnmesi kolay çıkması zor.

19 Ağustos 2006 Cumartesi

asfalteriten sıcakları

var mı acaba bööle bi terim? bence kırlangıç fırtınası, kocakarı soğuğu gibi, girmeli literatüre. sıccak- Ankara için 34 derece diyen meteorolojinin artık "halk galeyana gelmesin" diye 10 derece az açıkladığına eminim.
Ankara ayrıca bi şoförün belirttiği üzere "3 yıldır şantiye halinde". şimdi kuğulu parkın yanıbaşı kazılıyor, katlı bilmem ne olacak. bir de afiş: "yol çalışmaları sırasında kuğulu parka müdahale söz konusu değildir, provokatif söylentilere kapılmayınız". ya da ööle bi şi. lafa bak lafa. gaza gelmeyin diyo i.melih, onun yerine "aklımdan geçmedi değil de kıyameti kopardınız ben de sustum ne diym" diyemiyo. netce itibariyleea her yer kazılı, her yolun akış yönü tersine dönmüş durumda.
bizim ev küçük bi sera gibi. hele salondaki ağaçcıklar sayesinde ben de tomurcuklanıcam. Sıccak.
İçimden bi ses hollandayı arayıp "vize var ya.. hani bi de oturma izni... hah işte ikisi de götünüze girsin" demenin en iyi tercih olduğunu söylüyo ve fakat ingilizcesi aynı hazzı vermiyo. Hımm... çözüm bulmalıyım.
bugün kendimden utanıcak derecede boncuk ıvır zıvır aldım. keçe özellikle. Hollanda'da tezgah açıp "hend meyd oo yeaa" şeklinde voleyi vurma planım söz konusu, evet. Hem orda elim oyalanır; ama şu an dokunmadan uzaktan bakmak zor geliyo- kara koyun muydu, mor koyun muydu, onu düşünme demek gibi.
bu arada "ülkenizin kırsal politikalarına dair kitap makale falan toplayın, burda ağlaşmayın, çekemeyiz valla" ne demektir? bu ülkenin kırsal politikası var mıdır ki kitabı olsundur? imdattır, napıcam bendir. akıl verinizdir. yoksa her şeyi bırakıp keçeye saracağımdır.
lapa gibi hissediyorum şu an.

ah mazi

yol şarkısı diye bi kavram var benim için- otobüste dinlenecek; ama sızma vakti geldiğinde kulakta kaldığı halde uyumaya imkan verecek şarkılar. ayrıca, böyle cam kenarı sefası için "gitmek gerek yaa. evet yollar hımm" hissiyatı yaratmalı. eskiden çok hassastım bu konuda; ama şimdi otobüslerin o 8 kanallı radyosu yetiyo. Hele bodrum'a gidişte resmen bi ufak açıp sefa sürecektim- öyle bi şans. herkesin bi yerden bi şekilde bildiği; ama unuttuğu şarkılar öbeğinden Varan'ın hatırlattığı üç şarkı:

dalgalandım da duruldum - "en son sana vuruldum" kısmı komik bence. hiç güven vermiyo. "bi tek" demiyo ki. en son diyo. her an "sondan bi önceki" olma ihtimali var.
otomobil uçar gider - yaaaar yaaarr güzel yolcuu güle güleee....
günaydınım nar çiçeğim sevdiğim -ama bu bi başka işte.

sahibinin sesinden hissiyatı veren mutlu bi an. ben ufakmışım trt bilmemkaç açık kalmış, kanepede uyumuşum. o şarkılardaki hissi çok özlüyorum bazen. daha sakin, acelesiz, dertse dert, devaysa deva, her dem taze şarkılar. Hem artık kim kime "günaydınım" diyo ki?

18 Ağustos 2006 Cuma

dönüş ve deryik en retard

Tararaamm özlem sona erdi gençler, döndüm :) Ankara, dönmesi en hayalkırıklığı yaratan şehir heralde. Varan'ın 11 saat sonunda o "nırınınııınınn sayın yolcularımız, ankaraya hoşgeldiniz" cümlesini duyduğunuzda etrafınızdaki sahne şu:
hilkat garibesi/ beton harikası apartmankondular, üstlerinde fil ebatında bir sürü cıvıldak reklam panosu, beri yanda bir bozkır - ki bıraksanız güzel olma ihtimali var; ama yoo hayır, biz onu zıplayan tiftik keçisi heykelleriyle süsledik. Bitmeyen bir yol çalışması şehri. Bezgin suratlar. Görebileceğiniz en bezgin, bezmiş ifadeler. İ.Melih ve müthiş icraatı olan "şehiriçi servisleri kaldırdık zira külüstür taksiler para kazanamıyodu" sayesinde bilet parasına eklenen taksi masrafı. Ankara işte- başta kara.
Neyse- döndüm işte. bi geldim ki kapıönüsepetimizde bana gönderilmiş ve fakat açılmış bir zarf duruyo. Hollanda'dan. biri açmış zarfı, ne zarif hareket.
Çok sıcak çok. Sinir yapıyo valla insanda. Bodrum 45 dereceydi ama hafif bi meltemi var, bu ne yaa. Anneannem "cehennem hava alıyo" der, aynen.
Deryik rötarlara gark oldu- Hollanda'ya (umarım) 5'inde uçabilicek anca- vize vize işleri. benim yerime açılan zarfta da "4üne kadar gelin sizi havaalanında karşılayıp pamuklara saralım, yoksa boku yediniz" yazıyo özetle... Hulusi'nin kavalyeliğini de kaybettim. Ben ve 50 kiloluk valizler. ve uçak ve tren ve taksi ve okula kayıt ve hostel. bir sürü evrak işi, valizlerle birlikte. bööö. rüyalarıma giriyo resmen. Daha ne ders alıcağımı bilmiyorum. ders programını orda veriyo cinsler; ama 4üne kadar. geç gidicem ben. böhühühühü...
şimdi bu kuzeybatı avrupa ülkesi "istisna" nedir biliyo mudur acaba yoksa tecrübeyle mi öğrenecekler?

12 Ağustos 2006 Cumartesi

dibine kadar tatil

tatil bi güzel bi güzel... ölmedim gençler daha yani :) TED kavalyesi ersin, murat ve şürekasıyla 24 saatlik bodrum mesailerim yeni bitti, şimdi aile saadeti kısmına geçtim.
45 faktörlü coppertone'la bembeyazım, benlerim mutlu.
saçım uzun saçım gür saçım tuzlu. ben mutluyum.
Defne Hanımcığımla (ki fotolarla destekliycem elbet) dalgalarla boğuşup hatta bi ara resmen tepetaklak olmayı içeren ablalık halleri... "Yalıçiftlik nedir ne değildir" belgeseli dönüşte. Deffoş beni Bond kızı Ursula olarak fotoğraflayıp kendini aştı.
Ank'le telefon konuşması- Ank de mutlu. düşünün yani Ank, hani uyuz olan, mutlu.
işte bööle bi torba hali. özet yazıyorum zira bağlantım 146. ah mazi, di mi? bi hafta içinde şehre dönmüş olacağımdır, detay bildireceğimdir. ama arkadaşlarla bodrum dediğin zar zor uyanıp illa ki uzak bi koyda pineklemek, ordan zar zor kalkıp illa ki duş ve yemek ve illa ki kule-körfez ikilisiyle tepinerek sabahlamak, bazı bazı cafe del mar minderleri ve mehtaptır.
yorumlara bakacağımdır, kısmetse cevap bile yazacağımdır.
bu arada...
hani kalamar var ya.. hepsini yedim :)

5 Ağustos 2006 Cumartesi

yolcu- torba- yedek. evet.

abbas yolcu, sonunda... emin ki bazı gerekli şeyleri (mesela evrak vs) burda unutucak. olsun. 20.30, cam kenarı, baaağğyan yanı. küçük bi çanta. 11 saat yola dayanmak için bi yastık- gülmeyin beli ağrıyo. ve sonra bodrum bodrum.
Benim için Bodrum, sizin için Bodrum neyse o...değil. tam tersi. Torba denen Bodrum'un yanıbaşındaki koycuk, kanalizasyon değil foseptik, şehir şebekesi değil sarnıç kullanan bi köy hala. gerçi şebeke suyu bağlandı; ama misler gibi yumuşacık yağmur suyu (ehem, hanımlar, yazın saça iyi gelen yegane şeydir kendisi) varken tercih edilmiyo pek.
Torba, hayatın 7-8 gibi yüzmeyle başlayıp 11-12 gibi, sohbetlerle bittiği, haftada iki gelen manav kamyonetinin seferberlik demek olduğu, şirin bir beldemiz. Çook çok eskiden türkbükü öncesi istila girişiminde cazip bi yerdi torba- bodrum merkeze 5 dakika. İki ev yanımızdaki biiçte Fatih Ürek yasağa rağmen 12de başlayıp sabah 5e kadar şeker ezdi- bütün bir yaz. Mustafa Sandal deniz uçağıyla geldi. Ünlüler firikik verdi falan... Terasta Fatih Ürek sahne alıyomuş gibi geçirdiğimiz o tuhaf günler kısa sürdü-- geriye sadece Fedon, Ali Poyrazoğlu, Gülriz Sururi gibi gediklileri kaldı, onlar da tabii ki Sanat Evi'nde. ama zararı nedir, "tedavi bar-toran" isimli o güzide yeri, onlarca zeytin ağacının üstüne atılmış hamaklarda garsonlarının uyuduğu içten yeri beton yığını bi kuleye çevirip sonra da terk ettiler.
Sonra balık çiftlikleri geldi ve fakat yüzüncü kez yazmiycam bunu. gidicekler çünkü, geldikleri gibi gidicekler torbadan.
Torba'da hayat emekliler sitesi temposundadır. Yaşıtım insan saayısı 3-4 falan, onlarda alakasız bi yerde yaşıyo. İzolasyondan ziyade zen tadı vericek bu yıl umarım. Zira 45 yaş üstü için hoş bi tatil olsa da, bi yerden sonra İstiklal Caddesi serapları başgösteriyo. olsun, bu yıl güzel olucak. Kitap devir- yüz- kıçını devir temposu; bi 15 gün bari.
Şeytan diyo ki bırak yaa gitme bu yıl hollandaya falan... acele işler beni geriyo. 29unda uçağa binicem güya- uçakta yedek, vize yok, okuldan kesin bi ses yok, bi tek kabul belgesi; ki o da "erteleyebilirsiinnn bu mümküünnn" diyo.
hayata yedeğim ben resmen yaa. tembellikten. hadi görüşürüz gençler. ben arayı açıcam, siz açmayın :)

4 Ağustos 2006 Cuma

adetim diildir ama...

yapıcak bi şi yok, bayıldım şarkıya, diline daha doğrusu. Loituma- Leva's polka. fince denen hani şu "linguistik akraba" dili bi kez bi duyun. Daha önce bi balık lokantasında yan masayı 3 saat kadar dinledikten sonra çözemeyip "nerelisiniz siz ya ne bu dil?!" demek gibi bi anım var. böyle kelimeler bi slav dili/ almanca, melodi italyanca... neyse, benim yazıcaklarımın göstericeklerimin hepsinin burda yapılmışı var, yorumlara aldırmayın, grubu dinleyip sözleri bi okuyun. hatta karaoke seven arkadaşlarınızı gaza getirin, söylesinler :)

not: sıpeşıl tenks tu alx the eşek - kendisi vizyonumu açtı Loituma ile, fikirbabasıdır yani :P

yok mu bi centilmen mösyö, bi koşu alsın gelsin?

Bugün çok sevgili Marilyn Monroe'nun ölüm yıldönümü, kendisini sevmeyenler derhal bu blogu terk etsin. Neyse, Paris'te bir sergi açılmış, Marilyn'in ölümünden önce yaptığı son çekimin, çok az yayınlanmış fotoğraflarından oluşan. Bert Stern tarafından çekilen bu nadide fotoğraflar, bu "Son Seans", ilk defa Vogue'da, Marilyn'in ölümünün ertesi günü yayınlanmış. fotoğraflar aslında 2571 adet; ama Stern zeki adam, taksit taksit gösteriyo; şimdi sıra 59 tanesinde.
Serginin beni benden alan yanıysa o fotoğrafların katalog halinde salon girişinde satılıyo olması. 59 fotoluk o katalog şu an benden çoook uzakta.
ühühühü.
not: "nayır nayır, Deryik'e kıyamam" derseniz eğer, sergi 30 ekime kadar açık. aklınızda bulunsun. kargo ücreti benden :)

biricik Ank'e açık mektup

Dear Ank,

7 cihanda elim yakanda. Senin kadar züppe bir öğrenci işleri müdürü görmedim, görmem. şu an seni uykunun en derin anında yatağa bağlamak, ayaklarına tuz dökmek, sonra da o tuzlu ayaklarını keçilere yalatmak istiyorum. Sonra karşına geçip limon yiycem. Tebeşiri tahtaya sürtüp sürtüp cızzrrtttırıcam. Adam tutucam, habire kulağına üfliycekler. 2 ilkokul veledine para vericem, basmalı kalemle tükürüklü tüftüf atıcaklar burnuna. Ve sonunda "nolur beni katran ve tüye bulayıp teşhir edin" diye yalvaracaksın; ama yoo dostum yoo, hayat hiçbi zaman o kadar kolay olmiycak senin için.

best regards,

Deryik

3 Ağustos 2006 Perşembe

bir klasik

şimdiii.. ben niye ankara'da kaldım? okuldan gelen evrakları almak için.
Evrakları postacı genelde nereye bırakır? posta kutusuna.
Posta kutusu neyle açılır? minik bi anahtarla.
o anahtar nerde? Annemle beraber Bodrum'da!!!
Bizim aile için bir klasik: ellerim kesik içinde aldım zarfı, komşular da ruh hastası olduğumdan emin artık. tırnağımla falan tuttum yani, öyle bir çaba.
peki zarftan ne çıktı?
"kabulünüz 2 yıl süreyle geçerlidir, isterseniz erteleyebilirsiniz, yeter ki haber verin".
hımmm... arpacı kumrusu Deryik. bi tur daha düşün hadi. "burs bulur muyum ki" de.. "ama hocama ayıp olucak yaf" de. düşün işte.

şehirde kalmanın zararları ve acil çıkış

feci bir işkence. o iş makinalarıyla nereyi deştiklerini bilemiyorum ama 4 gündür mağmaya inmiş olmaları gerekirdi. Evde duramıyorum. Asabiyet hat safhada. sürekli başım ağrıyo. Uyku haram. Fezaya çıkılsa ne fayda, daha şu aleti sessiz kılacak teknoloji yapılamamış. gürültü alkolik yapabilirmiş insanı- sürekli bir tehdit anlamına geldiği için. inanırım yani. Parkeler ve duvar titriyo. O makineyi kullanan insanın doğuştan sağır olduğunu ümit ediyorum. 10 dakikada bir, 2 dakikalık falan bi mola veriyolar. Hava dayanılmaz sıcak. Bi yandan o iş makinasının başındaki insanlara acıyorum, bi yandan kör talihime sövüyorum.


bu sebeple haftasonu gidiyorum ben, bodrum'da bir çakıltaşı olmaya, emekliler sitesi huzuruna. napiym yani? benim adım hıdır, elimden gelen budur. hollandalılardan cevap bekliycem diye alkolik olamam. aaaa...

not: albeni bitter... bitter çikolata sevenleri mutlu edebilir. fanatiklere yetmez. sütlü sevenler için ayarında. deneyin efendim.

merak

ankara trt'den naşi google'da "deryik güvgüv" araması yapıp bloguma gelen kişiye tek bi sorum var- bu kalıbı burda okuyup da mı arattı yoksa önceden biliyo muydu? biliyosan kimsin sen kuzum?! gerçek ad soyad olmadığı da belli yani. liseden beri ben hiç deryik güvgüv olmadım ki! bi ses veriniz lütfen, yorumu yayınlamiycam, söz. merak ettim sadece. her şeyi bilmek isteyen kadınım ben, evet.

2 Ağustos 2006 Çarşamba

eminim artık

illa ki yaz sıcağında ve illa ki benim penceremin olduğu cephede matkapla her gördüğü duvara saldıran, kazıyan, kıran, döken, söken, yolan ve bunu genelde sabah 7.59'da yapan komşularım hep vardı, hep olucak.

baştan anlaşalım..

Şimdi ben 4 eylülden itibaren La Hey yağmurlarında yıkanıp 500 bin kişilik bir kasabayı şehir zannetmeye çalışırken, olur da bu blogcu camiada bir güney kampüsmüş ,efendim çimlermiş, sosyolojinin arkasıymış, aşiyanmış, yok manzaraymış, İB merdivenleriymiş, steplermiş, erkek yurdu önüymüş, hatta (kendim bile inanmıyorum ama) natuk birkan'mış vs vs fotosu koyan, bunları kendine fon yapan taş kalpliler çıkarsa eğer...
baştan anlaşalım. comment hakkımı bağırarak ağlama yönünde kullanıp taciz ederim. bu böyle biline. Özgecim bi sen muafsın, nostalji yaşat bana :)
Zaten İstanbul krizindeyim, vaziyet ağır... bi de "ah o eski mutlu kampüs içi genci hallerim" dramı yaşamiym. Mezun diilim ben. red. inkar.
Sorularım karşısında Koca Carol bile cevapsız kaldı zaten, nutku tutuldu zavallının.

1 Ağustos 2006 Salı

TATATAAMM - AÇIKLIYORUM KOŞUUN!!!

özgeciğimle konuşurken bir kez daha hatırladım, sizinle paylaşmazsam olmaz tabii ki.. yeni yüzyılımızın en büyük insanlık hizmeti, Carol Bolt'tan:



Cevaplar Kitabı
ve
Aşk ile İlgili Cevaplar Kitabı




yazar aynı. kitap formatı da aynı. Ben ilkini daha çok beğendim. Her sayfada tek bi cevap yazıyo. mesela: "evet", "zamana bırak", "iyi düşün" vsvs. elinizi kenarında gezdirip sorunuzu düşünüyosunuz, bi sayfa açıyosunuz ve hop! cevap hazır. biraz fal gibi ama kesinlikle daha eğlenceli ve hatta bazen korkutucu olabiliyo, uyarırım. yani "lan carol lan.. korkutma laann" demişliğimiz mevcuttur. Kendinize almıyosanız dahi, bilin ki harika bi hediye oluyo. özellikle de kafası karışık kızlara, hep soru soran, "her şeyi bilmek isteyen"lere. ben alıcam kendime nitekim :)

Tam bir başucu karakaplısı :)

özellikle bir sürü sorusu olup da cevabı bulamayanlara...

sizin için edit: tabii ki L.İ.N.K kısmına deneme sürüşü için carol'ı koydum. bunun film replikleriyle cevap veren versiyonu da varmış henüz Türkiye'de görmediğim... onu beklemekteyim. Deneyin gençler, her şey sizin için.

çarpıntı

çarpıntım var ama yani öyle böyle değil- Bianca yaptı. yine kalbim boğazımda atıyo- yutkunsam yerine dönecekmiş gibi. Alışık olduğum için çok kötü hissetmiyorum; biraz el titremesi işte. endüstriyel tasarım falan okuyan varsa burdan rica edicem benim için bi kalplik tasarlasın. bööle yumurtalık gibi; çarpıntı olunca kalbi oturtuyoruz bu zımbırtıya, bi süre deli gibi çarpıyo, hevesini alıyo, düzelince aynen yerine geri koyuyoruz. mis.
Harajuku demişken, japon erkekleri kadınlarından daha şık. kızlarınki biraz fazla "allahım saatlerimi harcadım olmuş muuu yeterince aykırıyım dii miii.. çılgın olmak istiyorumm" duruyo. Ayrıca bu nesil sanki daha mı uzun ne? kızlarda o badi badilik yok. herkesin rengarenk ama illa ki dümdüz saçlı ve siyah gözlü olması sıkıcı görünüyo.
Bi de şu Kaptan Kara firması paketlerin üstüne Karayip Korsanı Johnny Depp fotosu koymayı becerse valla satış patlaması yapar. çikolata aromalı olana rica edicem- şık olmaz mı? illa ben akıl edicem di mi bunu- cık cık cık.
Elim titreyince her harfe iki kere basıyorum çok zor oluyo yazmak. korkmayın korkmayın her yemekten sonraki deryik hali :P

bianca & kopar zincirlerini gülsarı

Bi Bianca'm var artık. Bianca beni dinliyo. Bianca "soru sorabilirsin" dedi. Bianca benim için vize başvurusu da yapıcak hatta. Bianca harika biri. Bianca bianca bianca. Bianca deyince ben minicikken yayınlanan "beverly hills" isimli barbimsi çizgi filmindeki siyah saçlı kötü barbi geliyo aklıma; ama hayır hayır bu bianca çok iyii.. Herkesin bi Bianca'sı olsun. Gerçi bianca ve ödemeler konusu tatsız olucak biliyorum; ama bu bianca'nın kişiliğinden bağımsız bi durum.

Zincirlerimi koparıcam. Artık evden çıkıp hava almalıyım. Biraz ayrı vakit geçirsek iyi olacak. birkaç gündür her dakika birlikteyiz, ev de özlesin beni. Evden sıkılmak istemiyorum. Bu ilişkinin sağlam temelleri var :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker