23 Temmuz 2008 Çarşamba

karabatak

rölanti günler. fazla tatil. ilk kez çok çok sıkıldım tatilden. küfretmeyin. tatilden değil aslında, mekansal bi şi. sevgi pıtırı. pıtırcık tatilde. onun gibi bi şi. pıtırcık okulu özlemedi ama yaz kampında olmak istemezdi. hmm evet. ne diyorum ya. yorumları yayınlamak biraz zaman alıyo bu sebeple ama hallediyorum işte. ah bi an ilgiden bunalmış bloggermışım gibi gibi hissettim.

bol kitap. meyve. yüzme. yürüyüş. bodrum merkeze karşı fobik bi nefret geliştirmiş olabilirim. hey yıllar yenilmedim size nefretlerim bile aynıııı. anca arkadaşlarla filan gece geç saatte çekilebilecek bi yer. bi de belki saat 7 gibi, sadece denizi görürken, güneş hafiften batarken, eldeki bira soğukken. bi de bodrum kalesi tabii. şimdi böyle yazınca her halini seviyomuşum gibi oldu ama cık maalesef. bodrum merkez sadece bu üç durumda güzel. ilkinden uzağım şu ara (öhöm miss piinat duy beni), ikincisi kardeşle güzel, arkadaşlarla da olur tabii, üçüncüsü yalnız. bodrum kalesindeki flora ve faunaya savaş açmış olan müze yetkililerine seslenmeye takatim yok. orda eskiden albino tavuskuşu bile vardı. hani çim, rozet çiçekleri filan, çocuk oyuncağı olmalı. velakin onun yerine çöp yetiştiriyolardı geçen sene. belki bu sene değişmiştir.

gölgede 45 derece. ortalama bir türk ailesinin yıllık "açıl susam açıl" misali "geyikler alemine giripş parolası" halini almış olan "niye bu sıcakta güneye gidilir ki, aklı olan karadenize gider"/ "diğ mığ diiğ mığğ" diyaloğunu henüz yaşamadık. 2 gün veriyorum. annem konuya yeni açılan karadeniz sahil yolundan girebilir.

ben hala her gün saat 7.30'da gözümü açıyorum. bazen 7.20. gülümseyip devriliyorum geri uykuya. ama gözüm açılıyo. yaa yaa.

bu aralar tek eğlencem imelih ve odtü. vaad edilen heykeli nolur diksinler. lütfen. şehir planlama bölümünün bahçesine olabilir mesela. adı da "yerel yönetimde vücut sıvılarının rolü" konabilir. aa hatta nolur ağzından su fışkıran bi fıskiye. kendisi sever hem. fış fış. tükürmeyi sevdiği gibi ayrıca kontrolsüzce terliyo kendisi, bıyık ve alın kısmı özellikle. eli yeter mi bilmem ama boğaziçinin binaları da ruhsatsız. hatta zorlasak sabancı köşkü bile ruhsatsız olabilir. deneyiniz melih bey. ay demin yanlışlıkla milih yazdım. imelih yerine yeni adı bu olabilir. milih. milimilimilimili. hop dava.

evdeki kadın nüfusunun yaşları şöyle: 15, 24, 32, 42, 50, 80. bu evde 10 gün geçirecek bir erkeğin hayat boyu rahat edecek kadar "kilit cümle" biriktireceği kesin. yediden yetmişe kadın gönlü nasıl hoş tutulur. canım eniştem, yıllardır bizimle en az 30 gün geçiriyo. o bi üstat o bi sensei.

bu arada, gen havuzunun hikmeti heralde, çok güzel bi millet değiliz. ama rica edicem, estetik öğrenilebilen bir şey. tamam afrodit veya adonis değiliz; ama kokmamız, saçılmamız, şaldır şuldur dolanmamız da gerekmiyo. deniz kenarında bile kokabilmek için nasıl bir ter bezi gerekiyo acaba? sarımsak yatağında bekletilmiş pastırmayla filan mı yıkanıyo insanlar? nolor nasıl oloor? hele o makyaj faslı bi nedir, marshall boyaları sponsorluğunda? neyse. güzellik yarışması değil mesele, sokaktaki ortalama bir erkeğin pantolon paçasının artık bacak boyuna göre ayarlanmış olduğu o uzak geleceğe hasret sadece. ceket kollarının da. kumaş bulutu içinde yüzmektense şekilli giysilerle rahatça gezen kadınlar görmek. dar filan olması gerekmiyo. şekli şemali yerinde. zor olmasa gerek bu kadar özen.

çok boş günler geçiriyorum. patronum beni arayıp iş versin artık. o derece.
son zamanlarda reçellerimi hep şehirler arası otobüslerin mola yerlerinden alıyorum.
tavsiye ederim.


bi akşam endülüsden renkli kanatlarım oldu.
minik kelebeeek uçmak ne demeeek yarasası oldum.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

853

gitmeden önce dip not:
sevgi soysal okumayı gerçekten seviyorum. geciktirdiğim yıldırım bölge kadınlar koğuşu'nu da bugün okudum, dört etti. dördü de ayrı yer etti. kitapta en çok türkan tanıdık geldi, türkanı hatırlatan arkadaşlarım olduğu için sevindim.

yaşamadığı darbelerin travmasıyla boğuşan bi kuşağız malum. gitmesek de görmesek de o acılar bizim acılarımızdır. orda dimdik, bi kitap boyu... üstelik sevgi soysal, bağırmıyor, ağlamıyor. sadece aktarıyor. on kaplan gücünde bi sesle. mütevazı, kendinden emin insanları seviyorum, hatta o dinginliklerine imreniyorum. biçok kuru gürültüden, aslında bir şey söylemeyen yakarmalardan daha yüksek çıkan seslerine de.

hayatı sevmek mühim mesele.
"her canlı ölümü tadacaktır" diyenlere inat, "her ölüm erkendir" işte.

tükan

tükanımız kapanoor efem. tatil zamanı.
blogger'ın asla düzelmeyen türkçesiyle söylersem: birkaç haftalar yokum.

blogırınız da deniz görsün, güneş görmese de olur ama bi yüzsün gelsin. dipten taş çıkarsın filan. ah kale yapıcak kumu bile olmiycak yani, içiniz rahat olabilir. internetten görece uzak olucak. bakalım nolucak. iyi gelir kesin.


her yaz severek: kitap, teras, kule-kız. güneş doğmadan ve batmadan az önce deniz. uzun uyku. eh bu yıl biraz da iş güç eklenir. belki bakarsınız kararlar alır. su yolunu bulur. üç vakte kadar derler, o üç vakit geçer. filan. belli olmaz yani. torba genelde sığınaktan bozma bi kozadır.

manzara fotoğrafıyla veda ediyorum. bob ross çizmiş gibi di miiii..

13 Temmuz 2008 Pazar

><

torba'da boyumu biraz geçen yerde, o kayanın yakınında dibe dalmak, yosunları tutmak ve bi süre orda kalmak istiyorum. hava kabarcıkları, şaşkın makasbalıkları ve çakıltaşlarıyla. çok istiyorum. tuzlu su yerinde güzel.

11 Temmuz 2008 Cuma

efil




bu arada, bi tarafı turnalı, diğer tarafı kimbilir hangi akrabamdan bahseden japonca yazılarla dolu XXL bi yelpaze aldım. işporta. ankara belediye otobüslerinde serinliğine karşı koyamayacağınız kokoş benim.

iklim değişir, akdeniz olur gülümseee...
çöl rüzgarının alayı gelebilir: aduuket. hatta: ayna ayna çelik ayna.
allahım üç kafalı olsam yelpazeyi anca doldururdum.

yemek fişi

renk ahenk sönen balonLAR.
sönen balon sesi: pısssss... ne acıklı, ne hazin. ne kadar hazin hüzünlü ve sevdalılar hatta.
ayni yardım kabul edilebilir. aynı ödeme? ilkokul öncesi evcilik oyunlarında evet.

derken belki de balon sönmemiştir, havasını almışızdır. çok şişmişmiş mesela. pembe balonlar hemen şişer hemen süner zaten. zor değildir diye öğrettiler bize okulda, belki zor olan umuttur, çarpışarak ölmek gerekir, ama haziranda ölmek zormuş, ağustosta ne kadar kolaylaşabilir ki, neticede ağustos bizim için libya sıcaklarıdır. oysa ben küçüklüğümden beri hanları severim. hanlar hamamlar demeyi de severim. yat kat gibi. çokonat yiyen patron sahibi olmak gibi bi şi aslında saçınızı sadece fönlüyken sevmek. balonlar ölmez hayal bölünmez

falan.


daha gider işte ama durdurdum. acaba ailemizin kaç bireyinin dudağında uçuk çıkarabilir, kaçının kalbini hırçınlıkla kırabilirim? var böyle bi potansiyelim. ufak tefek gördünüz karamürsel sepeti sandınız diii miiiii... hiçdebile. galiba iktisatı bunun için okudum ben, mesela yıllık enflasyon oranı tahmini yapabilmeliyim. yaz kızım, integralin S'si. mürsel mecaz diye bi şi vardı.. karamürsel mecaz. neyse geçmiş zaman. ne diyodum, hah, ama acaba salaklık mı olur. biri bana söylesin acaba salaklık mı olur mucize mi? acaba galeyana gelip "non-quantifiable benefits" kalemi vardı, ona sokabilir miyim aklımdaki her şeyi? o da mı ayni bi şiydi? evet ayniydi. aynı diil ayni derdi kimyacımız, neyse konu o diil. ayni. hatta aynî. evet bu daha düzgün. işte o başlığı böyle sündüre sündüre genişletip istediğimiz her şeyi koyabilir miyiz içine? bence olabilir neticede insanlar adam öldürmemiş olmanın mutluluğunu bile bu kaleme sokabiliyo blog. ekönömi zaten sünük bi şi. sündürebildiğine, alabildiğine.

resimcim.net'ten örnek sepet.
istihbarat= intellligence. ya ya. yağ yağ yağmur.

havaalanlarındaki pistte gel gel yapan adam var ya, elinde ışıldaklar. yani gel gel yapmıyo tabii de, anladınız, sinyalizasyon vs, bi adı vardır. öyleyim aynen. o adamım ben; ama işte ilk günüm. hahahaha. yanlış sinyaller verebilirim, dalıp hiç sinyal vermeyebilirim, "ay ne ağırmış be bu ışıldak omzu ağrıyo insanın" diye esneme hareketleri yapabilirim.. süperim ben.

herşeyüstüstegeliyovebendaralıyorummürsel. anlabeni.


yan odaya itiraf: RSS takibini sevmiyorum ama modern zamanlarda insanlar hızı tercih ediyo be blog. kuşlar görünmüyo galiba di mi o google reader'da filan. kuşlar var bu blogda ey okuyucu. ben küçük kuşları çok severim. ispinozları mesela. arada bakın yani. yoksa RSSi yemişim, size bi şi olmasın.

biufakkapgelmürsel.




embesil derecede romantikleştiğim tek konu: istanbul.
ve içindekiler.

8 Temmuz 2008 Salı

lingo lingo

Gözlerim kocaman açılmış vaziyette bekliyorum.

Kendimi yürüyüşe verdim; ama galiba yanlış zaman. Öğlen 2 güneşinde 1,5 saatten fazla tempolu yürüyüş yaparsanız zavallı kaslarınız güneşte kalan denizanası gibi büzüşüyo (uydurdum bunu şimdi, büzüşüyodur elbet o hayvan) ve başınız sıcacık oluyo. o sıcaklık hiç geçmiyo. rüzgar eser geçer diye yine yürüyosunuz. allahım aklıma mukayet ol çok salakça hareket etmeye başladım. bari saat takiym de zamanın farkına variym.

ankara sokaklarında kayısı ağacının altına çarşaf serip ağaç sallama seferberliği yaşanıyo. koca koca göbekli amcaların kayısı neşesi aslında çok şirin ve üstelik o kayısılar cidden leziz. bahçesinde kayısı ağacı olup da sallamayacak olan varsa mahallenin çocuklarına haber versin, yazıktır. toplayıp reçel yapan da günün annesidir.

iki gündür stroop waffel krizi yaşıyorum.
minik seramik kase/vazo/kuş biblosu kadar güzel bi şi yok. seramik denen malzemeye de, boyasına da büyük bi sevgi besliyorum. hareli hareli olsun tercihen.

dink davası sürüyo. mahkemedeki laçkalığın boyutları, hakimi bilmem ama, benim midemi bulandırdı. bütün arsızca laflr, küfürler, efelenmeler yayıldı ortalığa. hakim tarafından tek bi uyarı yok... sokakta bira içen iki genç bulsa ağalık taslayan polis eğer bu ağalığında tutarlı olsaydı o ogünün böğrüne silah kabzasıyla vururdu. hoş, insan arkadaşına öyle şeyler yapmaz. ayıp.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

bugün aslında

sosislinin içine turşu koymanın aklına şaşarım.
sosisli gibisi yok.

2 tam gün boyunca saçmalama hakkım var

kaşık büken adamı yenebiliriz blog. enerji yoğunlaşması deniycez. perşembe öğlen 3'te (yerel saatle, evet) topluca beni düşüneceksiniz. sövecek olanlar düşünmese de olur. böyle müthiş bi enerji bulutu, çakra yıkanması, bükülen kaşıklar, işleyen saatler altında, sinerjik bi şekilde kozmos... neyse yani. daha bildik bi lezzetle, hayır duası da işimi görür. içindeki çocuğu kaybetmemiş olanlar peluş ayıcıklarıyla da konuşabilir. bana fark etmez. moral destek vs lazım.

niçün böyle bi şi yapiym ki demediğinizi umuyorum. güvenin bana.
perşembe saat 3. isteyenler için 4 de olur, esneğim.

elimde çok fantastik ve umarım kolay tarifler var. yemek. belirtiym. ben ve yemek ve tarifler ve hatta o tarifleri anlayıp hayata geçirmek. bugün deniycem bikaçını çünkü işim yok gücüm yok boş gezenin boş kalfasıyım ho ho ho. yer gibi kitap okuyorum, yılın en güzel zamanı.

bi de kiraz mevsimi tabii. kiraz kiraz kiraz. ve kayısı.
bi de sinema. böyle insan beynine hasar bi yaz filmi. mis mis.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

tatildeyim.mişim.miş.

tatilde olacağımı 1 hafta öncesine kadar bilmiyodum.
şimdi de tatilimin ne kadar olduğunu bilmiyorum.
bu işlerin böyle olmasına sinir oluyorum. bilseydim size saat farkı olan bi yerden seslenebilirdim önümüzdeki hafta. hahayt seslenmezdim yahu. bilseydim ve gitseydim, üzgünüm blog, umrumda olmazdın. gözüm görmezdi hiçbi şi. dönüşte bir iki çıtlatırdım anca. şimdi burdan tüm tatilcilere el sallıyoruz. hayır, ayıp hareketler yapmadan blog. su dökücez arkalarından. hayır hayır işemiycez blog ayıp. kuş gibi giiit geeeel diycez tatilcilere. gitsinler ki dönsünler di mi. hiç.

neyse geçti geçtii geçti bitttiii geçtiii... takılmıyoruz. minik stresler yüklenmiyoruz.
olmuşla ölmüş meselesi.

peki napıyoruz: duş.
sonra yazlık kokular: krem krem krem. 50 faktör. beyaz ötesi.
sonra yemek. sonra kitap kitap.

benleri olanlar özellikle yaz başı ve yaz sonu rica edicem tek tek hepsini kontrol etsinler. vücudunda 50den fazla ben olan herkes. benim 50 sınırım tek kolda dolduğu için, fazlasıyla yapıyorum, siz de yapın. onlar halka diil fil. bilin üstünüzdeki benekleri. şaşı bakarsanız lenin profili olabilir bazıları.

bugün 9'da Ntv'de bi belgesel var. allahım bugünleri de mi görücektik, belgesel duyurusu filan. gerçek bi entelim artık yihuuu. neyse: darwinin kabusu.

konu: afrikada bir gölde üretilen balıklar avrupaya satılıyo. aynı uçak dönüşte silah getiriyo o köye. süper di mi. boş yok. ucuz balık, kaçak silah. oskar adayıydı bu film. denk gelirseniz, bi durun izleyin. ben kaçırmıştım, bu akşam deniycem bi kez daha. çevre felaketleri insanlık felaketleri içiçe. içiniz açılmiycak ama izlemek iyidir.

que tal

gündem ağırlaştıkça ilgi alanlarım hafifliyo. arka bahçem olsun, orda toplanacak yabani böğürtlenler olsun ve ben onları ezip yoğurtla karıştırıp yiyeyim istiyorum mesela. yaşla ilgili galiba coni, ya da yüklü geldi, oturup yazmak ne kelime, açıp okumuyorum bile. şey gibi: marimar vb brezilya dizilerini 10 yıl boyunca izleyenler VS marimar'ın nihayet evlendiği son bölümü izleyenler. artık ikinci kısma dahilim. sezon finalini istiyorum gündemin, o belki ilgimi çeker.

ama tayyip erdoğan'ın "bilmeden konuşan adam" ödülünü ellerimle yapıcam, seramik. eli bilekten kıvırmış konuşuyo olucak tek kaş havada. sırtında da "atma recep din kardeşiyiz" yazıcak.
en son hayvancılıktaki suni döllenmeye "doğanın dengesini bozmayalım, bundan sonra suni döllenme filan yok, danaların aşkı büyük olur, bitti hop dağılın" diye tepki veren bir adamın bunca gündem yükü altında naptığını merak ediyorum. ayrıca tabii, pek tabii, "3 tane doğurmak için kısırlık tedavisi olmak da doğanın dengesini bozmak değil mi", "3 tane doğurunca o çocuklar ne yiyecek, koyun eti ağaçta mı yetişiyo" gibi sorularım DA var. gündemin sadece böyle yörünge dışı halleriyle ilgilenebiliyorum anca. işine gelince ilim irfan aşkı, işine gelince deprem araştırmacısından siyaset profesörüne kadar cüppeli bilmişler. önce profesöre küfür, sonra üniversite aç. yok ya. hipokrat çarpar adamı. heredot lanetler, freud tırmalar.

neyse, böğürtlen diyoduk. evet. mor-kırmızı renkli olsun etraf. hollandadaki odamda bi mor-kırmızı hal vardı, onu özledim. iyice mor-kırmızı bi hal alsa bu oda. sonra toplansa azıcık, duvarlarını yeniden düzenlesem. mesela.

seramik çamurunu özlüyorum bu ara. gerçi daha sonbaharlık bi aktivite kendisi. yalıçiftlik'teki hamağı daha çok özlüyorum örneğin.
kes biç kolaj günü seçicem bi günü bu hafta. kolajlara dönüş.
bi de yemek tarifleri. yaz sıcağını mutfakta geçirmek istiyorum.
allahım neler oloor. seri üretim ruhu.
sebebi biliyorum ben aslında. içim şiş. geçsin diye.



en güzel maaş günü cumartesiye gelendir.
en güzel perşembe güzel haber verendir.

3 Temmuz 2008 Perşembe

kendime söz

eğer uslu bi kız olursam (ki yani aslında konu ben usluluğum bile değil ve benim dışımda), kendime paşabahçeden minik bi vazo alıcam. hani bi demetlik miniklerden. şanslıysam. evet, "şanslıysam bunu kutliycam" demek daha iyi olurdu. sonra onun içine ayda 2 kez taze çiçek koyucam. çok şanslıysam da her hafta.

kuskus

elişinde beceriden çok fikir sahibiyim.
eğer çorabı boyayla degrade yapabilirsem (tamam, araklanmış fikir de olur), ki insan isterse ne yapmaz ki, sırada pantolon var. ya da etek. ay bilemoorum yaratım süreci doğum sancısı gibi. ahahaha. kumaş boyası küçüklüğümden beri bi şişe iksir gibi. yanına yaklaşamıyorum ama cesaretimi toplarsam kafaya dikicem. merakla incelemekteyim. şu "idiot's guide to hede hödö" kitaplarını akıl eden herkese selaaamnaberbenderyik.

aslında yapıcak işim çok.
blogun adının nerden geldiğini buldum bu sabah. bi cümle yazmışım, ordan. gerçi sanırım o cümle blogtan çok sonra yazılmış ama, fark etmez. meali aynı. ve burdan gururla kendime bildiririm ki: haklısın deryik, zor değil. miş. aferim len hatta.

tasarım okuyanlara bi projem var. yani zaten buna benzer bi şi zaten kullanılıyo ama... hani şu mezuralar vardır, 5 m mesela, bızzrrtt içeri girer, rulodur. istersek tık yapar sabitleriz. marangoz işi, ölç biç. hah, işte onu kablolara yapar mısınız? üçlü prize filan değil sadece. mesela şarj aletleri. bızzrrt içeri girsin kablolar. kımıl kımıl birbirlerine dolanıp durmasınlar. yani bu teknolojinin kablo versiyonunu kullanmak için inşaatta mı olmamız lazım illa? tez yapıla. nolur. zor olmaz gibi.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

tesadüfler sizin yerinize plan yapan minik cücelerdir.

eskiden daha çok yapıyodum di mi günde 1den fazla post işini? büyüdük be blog. biz büyüdük ve hızlandı dünya.

neyse yani, neticede yine istanbul planım ertelendi. krizim bu. ama bi diğer istanbul planı her an olabilir. 15 gün sonra nerde olacağımı bilmiyorum. ahahah bu bloga bikaç kez yazdım di mi ben "X gün sonra nerdeyim bilmiyorum" cümlelerini. burdur ya da hollanda, mesela. bilmemeyi seviyorum gizlice galiba aslında. possibly maybe.

alt posttaki şarkıyı ben ilk dinlediğimde "aa cidden yahu" demiştim. olabilir diye düşünmüştüm.. oluyomuş evet öyle bi his.

kestirdiğim saç uzasın. bi daha valla böyle kestirmiycem. kat kat kat çokonat oldum. fön kralı oldum. erken yatiym şimdi, erken kalkiym sonra. ay yarın yazı yazayım nolur. across the universe izliycem cumartesi umarım (mesaj mesaj piinat). defneyle. planı ben yaptım. bozmasın. denize girebileyim bi de bi 10 gün filan. çakma paella tarifimi bulayım, türk usulü yapayım. bi de herkes etrafa minik kalpler çizebilecek kıvama gelsin.


başka..

bugün 2 temmuzdu.
unutulmasın.

suchashameyouareaboy.

unutulan şarkıları hatırlamak çok güzel.
seyirlik: emilie simon- flowers.

şikayetim var

okuduğum blogların bi kısmı ya içine kapandı ya da entel vedalarla ara verdiler.
sevemedim ayrılığı.

(yemin ederim bi tek post yazarken oluyo bu 90lar türkçe pop çağrışımları)

beklegör

aslında işler yolunda.
sadece, panik olmayınca tadı çıkmıyo.
belki yolunda diildir, aman ne biliyim.
arpacı kumrusu gibi olasılık hesabı yapmakla bi yere varamadığımı öğreneli çok oluyo.
haliyle neymiş: bekliyoruz, görücez. o zamana kadar da, sabır. telkin telkin.

1 Temmuz 2008 Salı

peter pan sendromu

bana seçenek sunmayın ey insanlık. sistem çöküyo. sunmayın. "deryik bunu yapıcan, iyi yapıcan" diyin, her işi yaparım. emir eri yapın beni. kafaya takarsam, hep söylediğim üzere, izmir'in yer karolarını bile sayarım. hatta sınıflar, yenilenmeleri için gerekli harcama kalemlerini çıkarır, uygun mühendis ve hatta kalfa bile bulurum. ama rica edicem seçenek vermeyin. hayat zaten zor, seçemedikçe daha da zor.

üstelik hani "hep beraber artı-eksi tablosu yapalım"ı denediğimde de, bazı artıları devasa, kocaman eksileri karınca duasıyla yazıyorum. artılar kırmızı, eksiler silik gri renkli.

cv, niyet mektubu yalan. şu hayatta en iyi bildiğim şey burnumu kapayıp boka atlamak. şimdilik yüzeyi gördüm ama, bu sefer galiba biraz düşünmek lazım.

içim şişti, annemin 50. yaşını kutliycam şimdi. ağliycam. birden büyük her sayı kafamı karıştırıyo, üstelik kafamda tek bi şi var.

kabotaj bayramı

tayyip ve emine erdoğan çiftinin özellikle çocuklara karşı kullandığı bi dil var: "bu". mesela emine erdoğan meşhur afrika fethinde bebeklere bakıp "başbakan BUNLARI çok sever, alıp götürelim iki tane" demişti. tayyip erdoğan da kolu yanmış bi öğrenciyi işaret ederek "buna estetik yaptıralım" demiş. detaylarda boğulmayı seviyorum. sonra mersin'den gelen öğrencilerden birini çok "çaklıt" bulmuş kendisi, gülüşmüş filan. bu çaklıt, bu ameliyatlık, ay bu çok şirinmiş çerçeveletip duvarımıza asalım. o.. çocuklarından sonra, bu çocukları. çaklıt kalmak da artık televole jargonuna girsin. "marsık gibissiieeaan" yerine kullanırız. daha havalı. gerçi bence kemal unakıtan'ın eşinden gelen "Böyle very special bir eşim olduğu için, bana böyle bir eş nasip ettiği için rabbıma teşekkür ediyorum" cümlesindeki doğu batı sentezinin yanından bile geçemez. adeta bir fatih akın filmiydi. çok çalışmanız lazım erdoğan çifti, çooook.

nişanyan meselesinde okuduğum en düzgün yorum leyla pervizat'tan geldi. zira biz hala eğitim oranı arttıkça kadına şiddet azalıyo sanıyoruz. üzgünüm: artıyor. araştırmalar da bunu söylüyor. azalan şey, fiziki şiddet. ama genel anlamda şiddet, artıyor ve çeşitleniyor. hatta belki, sinsileşiyor. daha az elle tuulur, gösterilir hale geliyor. leyla hanımın bahsettiği akademik sevimliliklerden de bolca yaşadım, yaşadık. neticede meslektaşına (üstelik prof sıfatını kendisinin aksine, akademik yollardan almış bir kadına)"kızcağız" diye bakan, her cümlesinde, olay mahallinde bile olmayan hamile eşini aşağılayarak karizma yaptığını sanan erkek hocalarım vardı. aşağılama, kadınların alıştığı bir şiddet türü ve erkeklerin hak gördüğü. oysa bu normal değil. normalleşmemeli.

neticede, hepimiz biliyoruz ki, sevan nişanyan bu çok ince protestosunu abisine/oğluna /babasına /iş ortağına karşı göstermezdi. eşcinsel olsa mesela, o durumdaki eşine de göstermezdi. çünkü bi temiz dayak yeme ihtimali olduğunu, o kavanozun içindekileri burnundan sokma ihtimalleri olduğunu bilirdi. yani fiziki korku duyardı. yemezdi işte bunu yapmak karşısındaki erkek olsa. işte bu sebeple iş basit bir "iki kişilik tartışma" değil, cinsiyet de içeriyor. maalesef cinsiyeti aşamıyor. sevan bey, muhtemelen lambda'nın kapatılmasına candan karşı çıkarken, töre cinayetleri için içlenirken, kendini en birinç birinç toplumsal cinsiyet neferi sayarken, bizzat kendi evinde sınıfta kalıyor. bu kadar basit ve hazin. ayrıca "iki kişilik" meselelerde saygı gerekmediğini nerden çıkarmışlar onu da anlamadım. "kol kırılır yen içinde kalır" anayasanın ilk üç maddesinden biri gibi. ah bilseler feministler ilk ne demişti: personal is political. ya sevan, durum bu. perihanın da körü körüne savunmasını yaptığı bazı hallerdeki (bkz bu) tavrına tahammül edemiyorum. küs perihan.

edebi dedikodu: anais nin diyor ki, zamanında Emile Zola ve George Sand ateşli bi gece geçirmişler (Sand'in günlüğünde varmış) ve gecenin sonunda Zola para bırakmış Sand'in başucuna... zira bir kadının bu kadar şehvetli olmasının, kendisini frenlememesinin ancak tek bir anlamı varmış ona göre. meşhur Dreyfus savunması, insan hakları ve derken... yatağında zurnasının zortladığı bir emile zola. ah, sadece hayalkırıklığı be yonca. o kadar. bu işler zor.

kolluk kuvvetleri. küçükken denizle ilgili sanırdım bu lafı. hani şişme kollukla yüzen çocuklar var ya... ne işe yaradığını da anlamazdım gerçi, koca koca adamlar kolluklarla.. ee? sonra napıyolar yani? şunları yapmışlar:
iyi şeyler de yapmışlardır elbet ama maalesef, zaten görevleri bu.
görevini yerine getirene teşekkür etmek sanırım şart değil.
polisten ve askerden korkmak istemezdim.
"siz böyle olsun istemezdiniiiizzzzz" hatta.

bugün tayyip erdoğan basit bi cümle kurdu: "bu millet asla CHP'yi iktidar yapmiycak". hepimiz biliyoruz bunu. o da söyledi ve haklı. ne sosyalist ne enternasyonal olan bir aşk yadigarı CHP. Atatürk olmasa işin arkasında, platonik-saplantısal bir aşk olmasaydı hatıralarda, ööğğğkk geldiğini daha yüksek sesle söylerdik belki. dut yiyen parti başkanının 2 temmuzda dut yemiş bülbül kesilmesini istiyorum. dileğim basit: bi sussunlar. hepsi hepsi. ıslak dudaklılar, karşılıklı davalaşanlar... sussunlar. ölüler inlesin yataklarında. duyalım. akp kapatma davasındaki "hukukun mutlak üstünlüğü", ergenekon davasında "siyaseten manipüle edilmiş mihraklar" halini alıyor. ya da tersi. nerde durduğunuza bakar. komikler çok. o kadar komikler ki gülmeye tenezzül etmiyoruz, birileri ölüyor her gün. tersanelerde işçiler, sokaklarda kadınlar, maç kutlamasında çocuklar.. işimiz var bizim, cenaze kaldırıyoruz. hiç olmadı eski cenazeleri anıyoruz. beyler sevimsiz iki keçi gibi, ayrı bi boyutta..

bu arada, yeşiller partisi resmen siyasi hayatına başladı. minik ilanlarında yeşilin siyasi bir renk olduğunu (cami yeşili dışında da) hatırlatmışlar. bol şans. belki, bi ihtimal, birazcık az birazcık... sesleri duyulur. umarım.

ve taşlanmış kotlar.. fena şeyler.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker