28 Mayıs 2009 Perşembe

boyboy

küçüklüğümden aklımda kalan karelerden biri de babamın tuhaf nesnelerle resim yapışıdır. mimar olan annemin çöp adam bile çizemeyişi yanında iktisatçı olan babamın resim yeteneğinin bariz bi şekilde ortalığa saçılıyo olması hep komik gelirdi bana. babam lisedeki o ilk sergisinden beri, kendini bi odaya kapatıp bazen günlerde resim yapar; ama asla ve asla kimseye göstermezdi. içine sinerse hediye ederdi ancak. çoğu zaman tek bir resmin onyüzlerce müsveddesi olur, babam aniden odama dalıp mesela "kare şeklinde lego parçası versene" der, o legoyla gider ve bikaç gün daha odada boyalarla boğuşurdu. lego parçasıysa her bir renkteki yağlı boyaya bulanmış, arada tinerlenmiş, zavallı bi halde, çok yorgun, masada unutulurdu. sulu boya, yağlı boya, pastel... hepsiyle bi şiler. en çok da kalın enseli politikacı karikatürleri, peçetelere filan. "sohbet sırasında göstermek üzere" çizdiği karadeniz haritasındaki detaylara dehşetle baktığımı hatırlıyorum. ressam olamadı belki, ya da olamazdı da; ama hala ona en doğal gelen şey resim.

böyle bir evde büyümenin de faydası şu oldu bana: resmin kıymetini bilmek. evet, sanat eğitimi almadım. resim de yapamıyorum; ama resim denen sanatın, en amatöre bile neler yaşattığını gördüm ben. hem iyi hem kötü. hala evde babamın eski çizimlerini (14 yaşındayken yaptığı john lennon portresi, anneme hediye) filan bulduğumda o kağıtlar benim en gizli hazinem olur. bu hazineleri gösterdiğim bir tek kişi var sadece, o derece giz.

resmi merak edebilmeyi evde öğrendim ben. resmin öğrenilmesi gerektiğini, bi zahmet tarihinin okunmasının gerektiğini, ressamların bi derdi olduğunu, tablo alacakken tek kriterin mobilya ve badana renklerine uygunluk olmasının absürdlüğünü... falan filan. birçok şeyin yanında, aileme müteşekkir olduğum çok bazal iki şey var: resmi merak edebilmeyi ve kitapları evin doğal, olması gereken bir parçası olarak görmeyi öğrettiler bana. farkında olmadan. kafama kakmadan. sinema öyle değil mesela, filmci bir ev değildi bizimki; ama resim ve kitaplar, hep oldular. resim konusunda kitaplar ise bu karışıma yakışır şekilde bolca mevcuttur.

neyse işte, burdan bi kayınçoma selam göndermediğim kaldı, kesiyorum artık.

babam, ilkokul resim ödevlerimde orta yerimden çatladığımda (kaç hoca "buzpateni festivali" ister pardon?) hemen "sayfayı şık bi şekilde doldurucak kolay şeyler" gösterirdi. benim resimle ilgim, ya da en ufak bir çizebilme becerim maksimum 13 yaşıma kadar benimle kaldı. ergenlik dönemimde de resmen beni terk etti. neyse işte, yıllar içinde ben defter kenarlarına, elime, burcunun eline (evet, el) filan bi şiler karaladım. ama resim denmez asla; hakikaten karalama. ve yani: karalamadan dinleyememe gibi bir araz. hatta lisede "kağıdı karalama! gözümün içine bakarak dinle!" gibi saçma bi sebeple beni azarlayan bi hoca bile olmuştu. üniversitede benden ders notları isteyip defterde sadece abidik gubidik karalamalar görenler "iyi de bütün ders kalem oynattın, bu mudur yani" diye suratıma çemkirdiler. hayır ortada sanat adına hiç bi şi de yok ki yani. hala sürüyo bu. toplantılar, telefon konuşmaları boyunca. birçok insanda var biliyorum, gizli sıkılganlar örgütü.

neyse iki satır için hayat hikayesi anlattım; ama ben kendime resim defteri ve 12lik sulu boya aldım. bir de ispirtolu kalemler. oynuyorum yine. soldaki şey de bkz. "ilk yaratı". hahaha. ispirtolu kalem, sulu boya ve nefesle yapılmıştır. boya damlatıp sonra o damlayı üfleye üfleye kağıtta ilerletecek kadar sıkıldım evde. ayrıca evet, "düzgün bir insan figürü ya da yüzü çizemediği için soyut çalışan ressam"ım ben.

3 yorum:

mermaid dedi ki...

ama bu şahane!

allımorlu dedi ki...

resim yapma becerisi sonradan kazanılabilecek bir şey değil bence,taaa ilkokul çocuğuyken yanımdaki sıra arkadaşım turgut özalı çizerdi.

deryik dedi ki...

mermaid: o kadar da diil yahu. oyuncak o :P

allımorlu: eh yetenek tabii, ona ne şüphe. turgut özalı çizen ilkokul çocuğu garipmiş ama. insan "örtmen" filan çizmesini bekliyo :)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker