4 Mayıs 2009 Pazartesi

cuma tatilmiş bavul yapalım.

aziz nesin'in "atam izindeyiz" şiiri var ya, suçlu hissettiriyo insana. atam "izin"deyiz, ilk fırsatta tatildeyiz. yok valla, bizimki "sürmenajı önleme şenlikleri" kapsamında bir geziydi.

kural bir: safranbolu'nun safran+bolu'yla ilgisi yok. bolu kısmı borg'dan gelmiş, o da kale demek. yaa yaa. safran kısmı daha da karışık. safranı bol olabilir, keza anadolu da ana dolu; ama böyleyken böyle hüstın.

günlerden 4 mayıs. cuma günü ne oldu ne bitti, çok kulaktan dolma. annem aradı, özet geçti. ben o sırada safran çayı içiyodum. en yollardan yürüyodum. dolabı açıyodum, lavabo görüyodum. hep hep hep gözleme filan yiyodum. başoda vardı, bizimdi. gözümü açınca ahşap ve fistolar vardı. taş yollar ve yollar ve yürümek. yemeniciler arastası, içinde boncuk cafe. son gün, içinde kedi yavrusu. boncuk güzeldi, kahvaltısı da. ve karadut şarabı şarabı şarabı. hem yağmur o kadar güzel bir zamanlamayla o kadar efendi yağdı ki, kendisine teşekkürü bir borç bilirim.

safranboluya kadar gidip de mencilis mağarasına girmemek olmazmış, anladım. gayet güzeldi. mağara ışıklandırması düzgün olsun da mağaralar kararmasın, tuhaf yeşillenmeler olmasın diye çırpınan 70-80 yaşında bir adam mesela, bir restorasyon hocası, bir eski kaptan/tur rehberi/ dağcı.. mağaralar güzel şeyler. o ışıklar ama, kötü şeyler. mağaranın içinde eğreltiotu bitmemeli normalde, rica edicem yani. 6 km'lik bir mağaranın 600 metresini ışıklarla ısıtmak ve en fenası, bunu yaptığını bilmemek.

kendime not: insanın gözü yeşilden yorulmalıymış, griden değil.

su kemerinde yürüyebilenler, yürüyemeyenler ve yürüyenleri dehşet içinde seyredenler olarak üçe ayrıldık. attığım 10 adım benim için o kadar büyüktü ki, büyüklükten başım döndü; hemen geri döndüm. yükseklikten o derece korkuyorum ki bu korku, bi aşamada "şimdi ayağım kayacak" veya "yetti be bu korku diyp atliycam" korkusuna bırakıyo yerini. trabzan olsa neyse; ama yok. ve yürüdüler. bakıyorum, 60 metre diyolar. ben rahatlıkla 220 filan diye hissettim. metre hissetmek. gerçi 60 metre dediğin, yüksek tavanlı 20 katlı binadır ve ben asla çatıda yürüyecek bir tip değilim.

mağara çok güzeldi. mağara, içe doğru oluşmuş peribacalarıyla dolu gibiydi.

azmin zaferi: asmazlar konağı'na da gittik işte. son gün. hem de ikisine de: biri evet, turing işletmesi otel. ama diğeri, az ilerde ve ev. içinde hayat olan küçük versiyon. küçük olanı sevdik biz. otellenmediği için ve bizi içeri alan çocuğun pencereden bakıp "gezmek 2 lira bak!" uyarısı için.

belki fotoğraflarla geri dönerim, belli mi olur.

yörük köyünde evlere asılı geyik boynuzları vardı, şans getirsin diye. hemen altında artık pamuklu olamayan kumaşlara "hitit geyiği, güneşi" motifleri basılmış, dertsiz masa örtüsü satılıyou. aynı boynuz, aynı geyik, aynı toprak, o kadar aynı ki bazı şeyler. o kadar güzel ki o aynılığı görmek aniden. ben küçükken, ekrem akurgal'ın kitabını okurken hep böyle işaretler görmek istemiştim, işaret doğru bi kelime mi bilmem: sürekliliği takip etmek diyelim. al sana geyik, al sana boynuz. belki benim görmek istememden kaynaklanıyodur; ama var işte sanki.

brugge geldi aklıma -- koruma altındaki avrupa masal şehri hani. tamam sempatik filan; ama bu üç gün içinde sönükleşti kendisi. mimariyi geçtim, 3-4 bin yıllık tarihin kenardan köşeden gülümsemesi bile yeter brugge'e dönüp "mağrur olma padişahım" demek için.

hele ki mağara ve en koyu yeşiller.



iyi geldi, çok iyi geldi gerçekten.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

kalbim pıtpıt okudum asmazlar konağına gelince pıtpıtpıt oldum, çocukluğum geçti ühühü duruyo mu hala konak içi havuz?

Aleksi dedi ki...

ben bugün deryik gördüm, galiba.
kuzey kampusun önünde, saat 8:29 da.

deryik dedi ki...

gln: durmaz mı, gürül gürül :)

alx: hızlı hızlı yürüyen bi deryikse, evet evet.

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker