18 Ocak 2010 Pazartesi

brecht brecht, canım bertolt.

üç kuruşluk roman'ı okumak 2009'da kendime en büyük jestim oldu. bertolt bilir. bedrettin var hani. biz yine bildiğimiz şeyleri ilk kez duymuş gibi şaşmaktayız. dilencilik? çocuklar? çocuk dilencilerin birbirini dövmesi? 23 nisan şekerlemelerimiz hiç yapmaz öyle şey.

brecht ne güzel anlatmıştı peachum'u. londra dilencilerini yönetmekle sorumlu "işletme"nin, maliyetlerden yakınan yöneticisini. hani müzik dükkanı paravanı arkasında, günlük haberlerden londralıların ruh halinin tahlilini yapıp, ona uygun dilencilik "format"larını sokağa göndermesini. mesela savaş kazanıldıysa gazileri, savaş kaybediliyorsa çocukları gönderişini. gerçek bir gaziye, "buralarda dileneceksen bize katıl" diyerek, halk bir gaziden neler bekler, anlatmasını ve diğer her şeyi, fonda da boer savaşını. okudukça okudukça.

bedrettin. bedrettin çok zekiymiş, her şeye yanıt verebiliyomuş. bedrettin'in zeki olmasına şaşmış doktorlar sanki. halbuki bedrettin bakınız 5 yaşında ve hayatta kalabilmiş. ve hatta köprüden yukarıya da kendisi çıkmış. polise düşerse ilk iş annesini istemesi gerektiğini biliyor. anne sevgisinden olduğunu pek sanmam 8kötücül deryik), dilendirilen çocuklara ilk bu öğretiliyor; "anneni iste, sana dokunmasınlar". bu sistemin bi gereği. kuralı. bay peachum, örgütlülüğü över. şahsen, bedrettin'in içinden annesine sarılmak isteyen çocuğu itinayla sökmüşler bence, o sadece güvende olmak istiyor. polisli, anneli, fark etmez. tembihleri hatırlıyor, belki de o halde dahi, polisin kendisini suçlamasından korkuyor. topumuzdan daha iyi biliyor hayatta kalmayı, kurallarını. bedrettinin bi şileri öğrenmesi değil unutması lazım, mümkün müdür ki?

dilenmeyle, dilencilerle ilgili herkesin farklı bi görüşü var. kimi para vermeme iradesinin bu çocukları kurtaracağını, kimi para değil yemek vermenin filan daha önemli olduğunu söylüyor. dilencilerin paraya para demediğini düşünenler var. bu kişiler sanırım hiç maaşlı eleman olmamış, kazanılan paranın, kazananın cebine gittiği bi güzel alemde yaşıyolar. aynı zihniyet, hayat kadınlarını da kolaycılıkla suçlar: "bacağını açıcan, paranı alıcan". gitseymiş efendim, kaçsaymış efendim, isyan etseymiş efendim. herkese irade tavsiye eden statüko gülleri.

aileler uyarılıyormuş ve kabahatler kanunu. bu kadar. her defasında ailelerine takdim edilen bedrettin ve kardeşleri, şimdi devlet gözetiminde. hani şu, içerde çocukların zaman zaman dövüldüğü ve hatta taciz edildiği yerlerden birinde. oraya da güvenemezsiniz. bedrettin nasıl bir adam, nasıl bir baba olur? bedrettinin akıbetini kaç gün daha düşünürüz? kamyonlarla köylerden toplanan çocuklar. düğün arabalarının yolunu kesen, ellerindeki odunlarla harçlık isteyen gençler. ne kadar tü kaka değil mi? var ama. varlar. görev bilinci ve peachum disipliniyle de var edilecekler. çünkü bir şeyi yok etmeye çalışmadıkça onun varlığına ağlaşmak pek işe yaramıyor.

bu yazı size eski geldi di mi?
geriden takip ediyomuşum gibi.
işte buna hızlı değişen gündemin hafıza kayması deniyo. yoksa konu eskimedi veya çözülmedi.

*

"içimden geçen gemiler karaya oturdu" dedim ofiste sabah. şairlikten değil, öyle hissettiğim için. birsürü tanker. bi kere kilyos civarında görmüştüm, ölememiş, ölmesine izin verilmemiş bir tanker, devrildiğiyle kalmış. ufaktım, balık lokantasındaydık ve o koca şey pas rengindeydi. küf-pas karışımı bi boz. parçalamaya dahi tenezzül etmemişler. tankerlerle kan bağım vardır benim, bilmezsiniz; o yüzden içim acımıştı. öyle işte. bi şiler düşmüş, yağmış, dökülmüş gibiyim bugün. arife sıkıntısı mı, havadaki bulutlar mı, içim gemici düğümü. yıldönümü arifeleri ağır.

unutmamak görev gibi. bayrampaşayı da. bedrettini de. hrantı da. 3 yıl. üç. allahın hakkı üç hani. bu davayı yazan adamsa 32 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. benim ilkokul 3'teki günlüğümde kızılay meydanında dayak yiyen ve o sırada kamerasını korumak için üzerine kapanan ve "kamerama vurma abi, lensini kırıcan abi" diye polise yalvaran gazeteci yazılı. ilk kez görmüşüm heralde öyle bi meydan dayağı. aynı aptal ifadeyle bakıyorum televizyonlara, gazetelere. dehşet içinde. alışıcam belki ama acelem de yok. alexis vardı mesela, duvarlarda kaldı adı. bak gazze'de hala bi duvar var ve yanı başında gürcistan iyileşti sanıyor herkes. 10 yıl öncesine kadar kamerun'da hırsızları bi kamyona doldurup yakıyolardı şehir dışında. göçmen bir japon peruda devlet başkanı ve hatta "barış getiren" diktatör olabildi. hayat tuhaf monşer, alışmamak gerek. alış alış bitmez çünkü, en iyisi böylesi.

sonra insan bi ara sokakta, duvara spreylenmiş o ufacık yazılarda arıyor umudu. birileri dip not, birileri virgül, benim için koymuş. ben müteşekkirim, sizi bilmem. birileri beşerin şaşmaması için beşerin duvarına kazıyor anıyı. memento filmindeki dövmeler gibi, duvarınıza sprey.


yazı dağılmışsa, gemiler de karaya oturduğu içindir. yersiz yönsüz, adabıyla.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker