22 Şubat 2010 Pazartesi

yara bandı

mesela siz, o küçük köpek yavrusunun ayağının ezilmek üzere olduğunu bi bakışla anlayabilirsiniz. öylesine yattığı yolda, direksiyon başındaki tabakhaneci tabii ki azıcık sola kırmayacaktır. şansını deneyecek ve tabii ki ezecektir ayağını ve basıp gidecektir. iki dakika önce pıt pıt oynaştığınız, çok bi sevdiğiniz köpek yavrusu. tüm yağmurun ortasında, sol ayağı ezilen yavru köpek çığlığı duyduğunuzda, olacağını bildiğiniz şey için bir hamle yapmamış olmak üzerinize çöker. o kadar çöker ki gidersiniz. iki dakika önce seviyordunuz, şimdi patisi kimbilir-tıp!

ne olacağı belli olduğu halde değiştirmemek, aslında dahil olmaktır. sonrasında istediğiniz kadar sayıp sövebilir, inip adamı dövebilir, yardım isteyebilir... vesaire "-ebilir"siniz. ama değiştirmez. dediğim gibi, olacağı belliyse, ortadaysa, şaşırmış gibi yapmak olmaz. müdahale etmek gerektiğini bilmek, gerçekten müdahale etmedikçe hiçbir anlam taşımaz. müdahaleniz oysa, bildiğiniz şeyi değiştirme kudreti (ki kudretin o kadar da kuvvetli bi kelime olması gerekmez), işte o bir şeydir. kendiniz için. "elimden geleni yaptım" demek için- ki bu önemlidir, sahiden. ne yapacağınızı bilmek de. hızlı davranmak da. söyleyemedikleriniz bir yana, yapamadıklarınızın azalması için, iyi şeyler için yani, köpek patisi rüyanızda gezmesin diye ve daha bir sürü kahverengi kocaman göz çığlığı.

*

aynı gün içinde 10 cm kar ve sonra paltosuz güneşler.
dipnotlar, virgüller yüzünden uzayabilen şeyler.

yosunları çok seviyorum. ağaçları, taşı, kayayı, hatta başka yosunları bile sarabilmeleri bana harika geliyo. her rengini, her şeklini, hep kuzeyi gösterişlerini, bitivermelerini seviyorum. çiçeklere içi gidenlerin, önemli gün ve haftalarda ellerindeki buketteki tomurcukları sayanların, yosunları iğrenç kaygan şeyler olarak görmeleri bana çok ikiyüzlüce gelir. halkalı solucanlar kadar harika bi şi yosun. çiçekler gibi yok üreyelim, yok böcekler kapılsın kokuma filan ayakları yapmaz. fonksiyoncu bi süs değildir. yani çiçekleri tenzih ederim ama yosun sarar ve varolur. yayıldıkça yaşar. sadedir, nettir, güzeldir. orman içinde orman resmen. yosun, okşanması gereken ikinci bi deri gibi bi şi.

denize dalıp yosuna tutunmak misal, dipte öyle kalmak, ayağı yosuna değince "iyyykkk" çekmemek, benim için mühim şeyler. çime basınca da iğrenip ağaca tırmanın madem, hiç işte. ayak tabanınızı da beton kaplatın hatta. ağaçlara hayranlıkla bakabilirim ama ağaç diplerini eşelemek ayrı bi zevk, çok sürprizli. en fazla koyun boku bulsam bile öyle işte, yılmam. ters çiçekler, kıyıda köşede kardelenler, kemirilmiş kozalak ve tabii ki dev mantarlarla ilgili bi şi.

omo hani "kirlenmek güzeldir" diye slogan buldu ya, haklı olabilir coni. ne bileyim, çocuğum veya kardeşim veya yeğenim, gördüğü çiçeği, ağacı tanısın isterim ben. "aa beyaz çiçek, aa mor çiçek" ötesinde. yani renkleri değil, sahiden çiçeği tanısın. olmadı atsın, belki tutar. ama atabilecek kadar bilsin. gerekiyosa çamura bulanıp nezle olabilir, sakıncası yok. ve hatta, omo lekeyi çıkarmasa bile çok dert değil. yeter ki mesela, suyu ne yöne takip ederse karınca yuvası bulacağını bilsin. izcilik değil bu, merak. merak etmeden sevemezsiniz bi şeyi, sevsin. yoksa, öbür türlü, ağaca ota böceğe mesafeli büyüyen biri, şehirdeki köpeklerin üstünden de aynı yabancılıkla geçebilirmiş gibi geliyo. alakası budur efendim. doğa ölmedi, içimizde yaşıyor. o köpek oraya sonradan gelmedi, siz ormanın ortasına şehir kurdunuz. tek bi at yetmedi de bilmemkaç beygir gücünde metal bi şiye biniyo olmanız sizi yosundan daha kıymetli kılmıyor. hatta yani, yosun açısından bakınca, bütün bu çabanız zavallı bile görünebilir.

renk renk yosun gördüm ben. iyi geldi.

1 yorum:

mz dedi ki...

Kayanin bakis acisindan:
http://www.shortoftheweek.com/2009/08/14/das-rad/

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker