22 Haziran 2010 Salı

şemsiyesiz

ne güzel şehir ve hava ne sıcak. yapış yapış ama olsun, güzel. yağıyomuş hatta şimdi. istanbula ne kadar aşk mektubu yazdım di mi bu blogda? hala devam ediyor. hani evlendik ama aşkımız ölmedi. yolda minicik de olsa denizi görüyorum her gün ve Sâbuş'un dediği gibi, sahiden deniz her gün başka renk. kendi kendime "bugün lacivert" diyorum, "bugün turkuaz", "bugün gri", "bak bugün tam gök rengi". boğaza bakıyorum o köşeyi dönerken. her seferinde sanki bıraktığım yerde bulamayacakmışım gibi bi heyecan, sonra bi rahatlama. kampüse gitmek, kampüs ışığı, kampüs kokusu. o başka bi yoklama.

odamdan öyle kızıl batıyo ki gün, ankaranın yegane güzel yanını da özlememe gerek kalmıyor. aylarlar geçecek. defne gidecek, annem gelecek, bakalım biz annemle nasıl napıcaz. ben nerde olucam. eveet geleneksel deryik taklaları şenlikleri. fırfır düşünmeceler. istanbul o kadar güzel ki oysa, bi şi yapmak bile gerekmiyor. misal, evinizde oturup kitap okumak bile istanbulda güzeldir. martı gaklar, yok efendim akşamüstü serinliği, pencere çarpar, kediler azar filan, hepsi burada güzeldir. martıyı geçtim, erguvan diye bi şi var bi kere. salkım biter hanımeli açar, oo sonra yaseminler filan. üstelik, benim kimselerin beğenmediği sokağım hepsinden kokar sırayla. öyle saygılıdır çiçeklere ve ağaçlara.

(şu çizime bakıp bakıp gülüyorum bu ara. her ikisi de benim galiba)

benim sokağımdan hala "pattissoan"cılar geçiyo. haftasonları tuhaf kampanyalar dinliyorum. "halı temizletene 5li bıçak seti bedava" filan. hani cinayet mi işleyeceksiniz, bıçak bizden, sonra cesedi sardığınız halıyı temizleyip delil de karartıyoruz. aynı bıçakla karpuzunuzu da dilimliyosunuz üstüne. öyle bi hizmet.

fransız kahvaltısı tam bi deli işi. kan şekerim fırlıyo, bayılacak gibi oluyorum. aç karnına şeker şeker yüklenilmez ki. üstelik yağlı. ben akdeniz usulü, peynirimi zeytinimi katık eder, taşfırın ekmeğiyle yerim. domates biber kuru meyve reçel filan işte. ah yumurta bi de. en şenlik şey.

üstüne basılma sezonu açılan ve hatta geçmek üzere olan bi diğer meyve: dut. dutdutdut. vişneler de düşer. dutlara basarsınız, iyk o ne öyle vıcık vıcık, aa bi bakarsınız, dut. dut bile çıkmış. nazik narin dut. yerde dut, havada dut, çok mutlu bir şey bence. sinek arı filan yapıyo ama olsun. o da lazım. bizim sokaktakini sallamadılar, çürüdü gitti. sallanması gereken şeylerden bir şey dut ağacı.


şu yukardaki şeyin fon rengi değişik olsa, alıp en görünen yerlere asıcam. i do work hard, i do have fun zira. drama konusunda da fena değilim. misal geçenlerde bir salı gecesi gözlerim akana kadar sayılarla boğuştum, işim için değildi ve çok güzeldi. ama işte, dubakali.

iş demişken, ki genelde diyorum, hani böyle bi "geri geliciim" demiştim ya. söküğümü diktim gibi. yaptım o konuşmayı. sinirlerim alınmış bir sakinlikle, aferin bana, gözler dolmadan ama sabır taşarak. sonuç? nutuk tutuk, kalakal. ah böyle, en güzelinden donakal. ama ama ama. insan kendi etkisine şaşıyor. fakat tabii olağan şüpheli, hiç üstüne alınmadı. komplo teorileri, "bu kız niye böyle durdu durdu kudurdu" hikayeleri filan çoğaltmış arkamdan. yahu nedenini net söyledim ben, "bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin" üstüne, "gidiyorum bütün aşklar yüreğimde" tadında bir şeydi. hatta bi grafiklerle çizmediğim kaldı, onu da el hareketlerimle anlattım. bir kelime bir işlem. hiç dolandırmadan dümdüz, huşu içinde 2 cümlede özetledim, kendim de şaştım. neyse, mini bir tsunami yarattım; ama tabii ki şimdi deniz sakin. hiçbi şi olmamış gibi. olsun, etkim 2-3 gün sürdü ki aslında uzun. yaa yaa. en siniri de bana hukuki zırvalarla sahte rahatlatmalar sunulması, en zevklisi de sakin bi şekilde püskürtüp "yooğ ciğerim, o ööle deel" demek.

hava ne kadar basık, çatlayacak gibi güzeldi. ölümüne sıcak. çatladı rahatladı. sıçana döndüm hatta arada. istanbul sahiden muson iklimine geçiyo ufaktan. yapış yapış nefessiz, sonra yağ yağ yağmur.
dergilerim var, başucumda dergi sepetim duruyor, kat kat tat oldu, sığmıyor. insanın elinin altında dergi olması hep güzel şey. eskilerini atmazsınız, dönüp bakarsınız filan. şimdi evde olsam gömülürdüm. okuyamadıklarımdan özür dilerdim.

yapmak istediğim şeyler var, erteleye erteleye sonunda kendi kendilerini yapacaklar. nasıl bıkıyorum kendimden böyle zamanlarda. hani çekirgeler kabuk değiştirir de eski kabuğu zar halde, öylece çimlerde bulursunuz ya günün en erken saatinde, öyle bi şi lazım bana. tatil tatlısı ya da. pek yakında, en mis.

galata kulesine kancayı taktım, boynuma taktım. galata kolyesi artık o. en güzelinden.
bir anda bir sürü seçenek... ki ben iki tanesiyle bile daralıyorum. basıp kaç basıp git.

ablalık zor zanaat. böyle işte hafif gözleri dolu dolu "neden ama" diyo ya, insan birilerini sarsmakla katil olmak arasında gidip geliyor. ah ben şiddeti sevmezdim ama cinneti anlıyorum. onun yerine dertleşmece. öyle olgun ve makul bir şekilde konuşuyo ki kesinlikle 15 yıl önce makarnasını avuçlayıp neşe içinde salona saçan, oyuncak ayısını almaya giderken koridorda uyuyakalan kız bu olamaz. ne bileyim, 2-3 yaşında, kafasını sallayarak zıplarken popo üstü oturup kısa bi şaşkınlıktan sonra gülüp, ayağını ağzına sokmaya çalışmak ve bu sefer de sırtüstü düşmek gibi bi dizi saçma hareketini biliyorum. cidden enteresan şey büyümek.

bi de seçmen listeleri askıya çıkmış, bu hafta iniyomuş. referandum öncesi, buyrun bi bakın.

1 yorum:

Emir Bey dedi ki...

"yapmak istediğim şeyler var, erteleye erteleye sonunda kendi kendilerini yapacaklar. nasıl bıkıyorum kendimden böyle zamanlarda."

bir de halı + bıçak seti tespiti baya başarılı =)

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker