27 Şubat 2011 Pazar

evdeki ses

şunca deneyim ve biricik reflüm ışığında karar verdim: menüsünde deniz ürünlü bi şiler olmayan cafe/ restorandan kaç kaç kaç. kebapçıları tenzih ederim; ama mesela deniz ürünlü makarna gayet kolay bi şi, niye olmasın? sadece tavuk-dana-kuzu üçlüsüyle hayat geçmiyor. mekan sahiplerinin şööööle bi deniz kenarına yayılıp aylaklık yapma diye bi keyiften haberi olmadığını düşünüyorum, onlar için üzülüyorum. ne bileyim, deniz ürünlü bi şiler yemek, yanında geç batan güneş, bira, çakıl taşı ve güneş yanığıyla gelen bi menü. oh mis, deniz kokusu. hem zaten menüsünde bu eksik olan yerlerde dekorasyon da bi sonuk, bi donuk oluyor. deniz ürünü yiyin, yedirin. iyi ki var. .

düzenli spor yapan insanlara çok saygım var. düzenli yapabileceğim tek şey yüzmek. onun için de önce dışarı çıkmak gerekiyo, ıslanmak gerekiyo, hava zaten gudubet - falan filan. hava gudubet demişken, istanbul genelinde herkes evinde pinekledi bugün galiba. miskinler tekkesi bir hava. kaç saattir aynı noktada oturduğumu bilmiyorum ama çok zevkli.

ankara ne küçük yer allahım. sahiden tuhaf. okul kantininizi başkent yapmışlar gibi. her seferinde şaşıyorum niyeyse. yarın pazartesi. sabahın kör vakti şehrin bi ucuna gitmektense battaniye altında tesbih böceği gibi kıvrılmayı tercih ederdim. uyanmak ne zor iş bazen.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker