27 Aralık 2011 Salı

yezd

taklalarlarlar. güvercin takla. güvercinin takla atabilen bi hayvan olması, insanoğlunun bunu keşfetmesi, izlemekle yetinmeyip hayvana bunu öğretmeyi kafaya takması filan... küçük prens'in tilkisi halt etmiş. esas evcilleştirme budur. sıkıysa tilkiye takla attır. neyse.


aayy ay - ankaradaki günler koşturarak, kızarak, gülerek, şaşırarak, çok severek, sevilerek ve olması gerektiği gibi geçti 2011'e çok laf etsem de, aslında haksızlık etmemem gerekir, canımı sıktığı zamanlara oranla genelde ellerinde çiçeklerle gelen bi yıl oldu. aldı- verdi, yaptı kendince bi şiler işte.

ankaraya gidip geldiğimde başka bir ülkeye gitmiş gibi kopuyorum gündemden. başbakanlığa ve çankaya köşküne yakın bi evde oturan bendeniz için (biz ankaralılar hep iktidara yakınızdır ho ho ho) ironik bi durum; ama güzel. yıllardır gazeteleri online okuduğum için radikalin "yeni" boyu benim için hâlâ yeniliğini koruyor. elime alıp okumaya başladığım an, kırmızı koltuk programının o nostaljik efekti gibi: SBAMK! Varan 1! SBAMK! varan 2! sırayla saçmalıklar diziliyor önüme, dizi dizi inciler. tesbih olsa çekmezsin, öyle bir şey. gazetenin suçu yok, gündem böyle. insanın içi kararıyor. enseyi karartmamayı becerelim diye kalemine kuvvet yazan gazeteciler var allahtan.

*
biz lisedeydik, miniktik, ankaradaki küçük tiyatro'da mahmud ile yezida'yı canlandırmıştı okuldan bir ekip. ışık ve sese kadar herkes öğrenciydi. daireler daireler ve dairelemeler - en net hatırladıklarım. o zaman da "bir küfür olarak yezidilik" vardı heralde; ama benim ilk tanışmam o oyunla olmuştu. dairelerle. murathan mungan'ın ilk kitabıymış, şimdi google söyledi. ben mi heyecanlıydım, oyunu hazırlayanlar mı bilmem; ama çok etkilemişti. hatta bakın yalnız değilmişim, yıl da 2001'miş. 40. gün doldu yezida. ben hafızamın neresine saklamışsam bu oyunu, oynayanları, küçük tiyatronun büyük sahnesini, hepsini, hükümetin ileri gelenleri yezidilik için her ağzını açtığında etrafımda daireler beliriyor. daireler içine hapsoluyoruz, daralarak boğuyor bizi daireler. sahiden, mahmud ile yezida'nın o genç ve güzel anısına değecekler gibi, değseler her şey kirlenecekmiş gibi irkiliyorum.

çok meselemiz var be blog. yine çok birikti. bak yine ufacık keseler kocaman küfelere dönüştü, doldu da taşıyor. içişleri bakanı edebiyattan ve şiirden nefretle bahsederken, "kalem kılıçtan keskindir" deseydi tam olacaktı. işte orada zirveyi görecektik; ama böyle bir atasözü ve deyimler birikimi beklemiyorum. daha ziyade argoya kaçan jargon potansiyeli var. kişi olarak değil efendim, hayır, asla.

ne de olsa faşizm, pek de bireysel bir şey değildir. bugün herkese her şeyi söyleyebilirsiniz. dilerseniz yezidiliği bir küfür gibi kullanabilirsiniz veya "affedersin eşcinsel" filan gibi güzellemeleriniz olabilir; ama bir bireye faşist diyemezsiniz veya "faşizme inat kardeşimsin hrant" diye haykıramazsınız veya bir duvara "kahrolsun faşizm" yazamazsınız. konu faşizm kelimesinin cümle içinde kullanımı olunca akan sular durur. hani insan evinin yolunu düşünmeden bulur ya, artık sahiden refleks hale gelmiştir, omuriliğiniz sizi eve götürür, öyle bir şey faşizm. düşünmeden faşistiz, evimizin yolu bu sanki. ne kadar ayıp oysa blog. şu toprağın yaşına hürmeten, üstünde yaşayanlara bu kadar da ayıp edilmez aslında. böyle de romantik bir "ayıp oluyor" seviyesindeyim, n'aparsın.

*

ne bileyim be blog, çoktan alışmamız lazımdı bunlara. azıcık teflonlaşmamız lazımdı, hoopp diye kayıp gitmeliydi bunlar üstümüzden. reel politik. siyaseti de bilicen, dini de bilicen, tüm kurum ve kuruluşları bilicen, bunlar böyle, ne şaşırıyosun, seni gidi saftirik taze. bilicen ki alışıcan. alışmamış kıçta don durmaz. atasözü, evet.

kazanılan HES karşıtı davaların sayısı 50'yi geçti ya, şaşırmasak o davalar da açılmazdı gibi geliyor. "bunlar böyle kardeşim" deyip bıraksak, bir avuç güzel insan deli dürtmüş gibi kendini bu davalara adamasa, her şey reel ve politik gitse, şimdi sevinçli şaşkınlıklarımız olmazdı. o yüzden yani, sahiden ondan. içişleri bakanı gün gelip de bana sorarsa (neyi sorar bilmem; ama eminim o bilecektir), "şaşırmak içindi" diyeceğim. alışmayıp şaşırmak için. alışmayı, omuriliğimize otomatik faşizm enjeksiyonunu reddetmek de bir haktır, yeri ve zamanı geldiğinde.

*
bu da böyle bir yazımdır. yazmayı düşünüp de vazgeçtiğim onca şeyin süsüdür. bi de çok yorgunum be blog. sana yalan borcum yok ya.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker