20 Mart 2012 Salı

artı kırkdört

eveeeet.
tek yaptığım bu: uzun bi eveeeeeet çekmek.
bir de sanırım son 6 gündür falan bu postu yazıp yazıp, sonra düzeltip düzeltip bi türlü bitirememek. içim şişti.
içim şişti; çünkü haberleri okuyorum. okuyorum ama yazmiycam. çünkü siz de okuyosunuz ve şu son haliyle, bence anca BMC. evet, buna erdim artık, son noktayı gördüm. ayrıca taklalarlarlarlar atmaktayım.

*
geçen hafta anne kuvvetleri eşliğinde koli yapmıyosam bavul, bavul yapmıyosam koli yaparak geçti. minik minik zerzevatımla kendi içinde bir küçük müze olan odacığımı toplarken yaptığım ayıklama çok sancılıydı. gönül dostları, bahar temizliği denen nane, sadece etrafı derinlemesine temizlemek değilmiş. atılacaklar, küçülenler, tamire gidecekler, falan filan - bir sürü iş varmış. 1,5 yıl kaldığım ev kendinden geçmiş haldeydi; ama hallettik. bolca ofladım pofladım, ama bitti. böyle zamanlarda ben sahiden çok oflarım poflarım.

annemle oraya buraya her yere gittik. sünnet çocuğu turu gibi bi şi yaptım yani. arada ben karaköy lokantasında minik bir veda yaptım. sonra yine koli, bavul, koli. bu işler sırasında nasıl becerdiğimi bilmiyorum ama tırnak dibime karton sapladım, dolama oldu galiba, yavaş yavaş geçiyor. sonra saçımı kestirdim bi ara, hafifledim. son gecemde de biricik ev arkadaşım, canım jellam bize tabii ki en klas şişelerden birini açtı, veda akşamı içkisi oldu.

dün sabah da efendim, attık tuttuk o bavulları - şimdi ankara. ankarada son hafta. keşke sıkıştırıp hap yapabilsek eşyalarımızı. vakumlu poşet filan değil yani, cebimize atabilmeliyiz bence. neyse, gitmeden önce yapılacaklar listesi var işte, höt zöt işler. resmen höt zöt.

bugün 2 tane ben aldırdım, şu an bandajlarım eşliğinde put gibi duruyorum. bi tanesi efendim, resmen fasulye kadar filanmış. biçok insanın midesi kaldırmıyor niyeyse, onun için kısa kesiyorum. aslında tırnaklarınızın uzaması gibi bi şi et beni. neyse, sustum. yarın sabah da dişçiye gidicem. ben ve minik morfin iğneleri pek bi ley leöy löyüz bu ara.

bu arada, rakı bardağı bir, türk kahvesi fincanı iki, şu diyarlardan londralara taşıyacağım kesin olan şeylerdi. memlekette ne ara ikisi de az bulunan şeyler haline geldi bilmiyorum, sahiden bi garip ülke olmuşuz. porselen türk kahvesi fincanı arıyosun, seramik espresso fincanı gösteriyolar. porselenle seramik arasındaki farkı bilmeyen "alanında uzman" satıcılar var. aynı satıcılar klasik türk kahvesi fincanı formlarını da bilmiyor. onların sattığı fincanda Sabuş'a kahve yapsam, içmez bile; çünkü kendisi "dudak fincanı hissetmemeli, köpüğü durmalı, kahve soğumamalı" vs on bin kural sayar. kahve delisi değilim; ama içeceksem de incecik, adabıyla ışığı geçiren bir porselende içeceğim.

aynı şekilde: rakı bardakları. ben dedemden bildiğim, kristal veya cam, dikine kesme bardak arıyorum; ama anca "bodur kalmış votka bardağı" buluyorum. dümdüz, kişiliksiz ve kaba. tamam, meyhane bardağı dediğin elbette öyle olur ama ev için öyle olmaz sanki, bence olmamalı. su bardağı gibi altı kalın cam yapılanlar bile vardı. bu kadar yenilikçi ve bu kadar modern tasarım arasında bir tane klasiğe yakın vardı, onu kaptım. anneannemin kahvesiyle dedemin rakısı.

*
neyse işte, bu aralar böyle eften püften, pek bi "şeerli beyaz türk" dertlerim var. beynimi durdurdum, haberleri okumaya başlasam da almıyor zaten. fena değil. bir süre böyle olucam ben, başka türlü olamıyor.

ay tutamıyorum, bir tek not:
21 mart her yıl bu tarihe en yakın pazar günü kutlandı; çünkü o kadar büyük bir kutlama hafta içi zaten olamaz. 2 yıl ayın 21'inin pazara denk gelmesi dışında kalan kutlama tarihleri: 20 mart, 23 mart falan ve hatta: okuyunuz bir, okunuz iki. bazal konuların kavgası, anca biber gazı alımlarını meşrulaştırıyor. neyse sustum. fincan, bardak vesaire.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker