7 Mayıs 2012 Pazartesi

Croeso i Caerdydd*

1774. postummuş bu efendim. Ne garip, sanki öyle değil gibi. Sanki yenileri yazınca eskiler öğütülüyor gibi; ama gayet, dimdik oradalar ve ben tabii ki blogumun 6. yılını kutlamayı kaçırdım! Hayır yani, işim gücüm de yok; ama kaçırdım işte. En vefasız davrandığım zat, blogum. 26 Nisan'da buralar 6. yaşını kutladı. Eylül'de de okula yazdırıcam kendisini - unutmazsam tabii.

*
Efendiiiim, hafta sonu Cardiff (*Cardiff'e hoşgeldiniz). Avrupa'nın en eski dili olan Galce yine her yerdeydi. Gallerin başkenti yüzümüzü kara çıkartmadı. Her fırsatta yüzme yemini ettiğimiz için, günlük tempomuz yoğundu. Gelir gelmez kaleye koştuk, dolu dolu gezdik. Cardiff'e ve kaleye kadar gitmişseniz, avluyla yetinmeyin, 3 pound daha verip odaları da gezin, cimriliğe gerek yok. Odalar Victoria döneminde bilmem nerenin 3. markisi tarafından bir "orta çağ fantezisi" olarak dekore ettirilmiş. yani bir nevi orta çağ-mış gibi yapma hali. Kış odası mesela, "zaman" temalıydı. Tavanda 12 burç işlenmiş. Camlarda haftanın 7 gününü temsil eden (biri uydurma) 7 iskandinav tanrısı, köşelerde güneşin doğuşu- yükselişi-batışı ve gece. şöminede mevsimler. Rehberle gezdiğiniz için zaten her ayrıntıyı anlatıyor.

Akşam olunca, Londra'dan alıştığımız bilgilendirme-tabela yığınlarını bulamayıp yürüyerek körfeze gittik. Halbuki adama sorarlar, "İstanbul'da mı alıştın?" diye, di mi? Londra arsızlığı işte. Körfezin en güzel, en manzaralı yerinin Bosphorus isimli bir Türk lokantası olması bizim suçumuz değil, rakı-balık için bahane oldu. Körfez küçük; ama özenerek düzenlenmiş, güzel yürüyüş yolları var. Biz arada yüzme molası verdiğimiz için yollara geç düştük ama akşamüstü de keyifli olurdu kesin.

 Dünse efendim, Hıdırellez Cardiff'deydi. Bitmeyen ingiliz yağmurlarına miss gibi, güneşli bir ara verdik. St. Fagans denen açık hava müzesine gitmek için yola çıktık (tabii önce yüzdük. yüzmeden olmaz).  Arada kısaca bir tarih müzesini de turladık (daha doğrusu 50 dakika otobüs beklememiz gerekiyordu). Bu müze çok büyük bir yer değil gerçi; ama biz sanat kolleksiyonunu yetiştiremedik. Komik belki ama, esas "seyirci" kitlesi tahminen 3-12 yaş olan "Tarih öncesi Galler" kısmında takıldık kaldık. Kaya oluşumuymuş, galeksilermiş, yok efendim fossillermiş filan - sahiden çok güzel anlatılıyor. Malzemeden çalınmamış, anlatabildim mi? Zaten yeryüzü şekilleri açısından gayet renkli bir bölge olan Galler'i almışlar Big Bang'den, evrim devrim, bugüne getirmişler. Aklımız kaldıysa, çocukken gidemediğimiz içindir.

Neyse, St. Fagans, Galler genelinden toplanmış 40 adet iyi durumdaki yapının bir araya getirildiği, aslında suni bir kasaba.  En güzel ahırlar, köy evleri filan toplanmış, burası yapılmış. Halen işler halde bir fırın var ve satış yapılıyor, öğle yemeği atıştırmalıkları için iyiydi. St. Fagans Kalesi (eski ölçekle malikane, şimdi kalecik) en ihtişamlı yapısı. Bahçesinde çiçekler, çimler, minik bir ırmak ve 6-7 tane beyaz güvercin vardı. Güneş açınca uzanıp tadını çıkarttık. Yarım güne yakın vakit geçirdikten sonra şehre dönüp bahçelere, parklara vurduk kendimizi. Güneş insanı şebek yapıyor, martılarla gülüştük filan.

Akşam yemeği için yaptığımız tüm planlar "kapalı mutfak"lardan sekti, biz de kendimizi 10 foot tall'da bulduk. İyi ki de orada bulmuşuz. Yemek çok muhteşem değildi; ama bir tapas & kokteyl bar için gayet geniş bir mekandı. Eski bir binayı alıp dekore etmişler, pek şıktı. Mozaik zemin, duvar ebatında ayna filan. Tüm duvarlar ahşap kapılarla kaplıydı, tavanda en az 8-9 tane farklı lamba vardı. Alt kat pub/ bar, orta kat yemek, üst kat canlı müzik diye ayrılmış. Memnunduk efendim.

Bunun dışında, özellikle biricik kocacığım Cardiff'lileri pek bir zevksiz buldu, hatta "bunlarda hiç posh'luk yok yahu, bir ikisi biraz farklı olsun bari" diyerek beni dahi şaşırttı; ama haklı. hep bir süklüm püklüm, salkım saçak haller. Biz pasaklı doğu londra kızlarının bile dudağındaki kırmızı ruja, yok efendim saçındaki 20'ler buklesine filan alışığız. Diana'nın bir zamanlar Galler Prensesi olmasının bu bölgenin başına gelmiş istisnai bir mucize olduğuna, bunun kıymetini bilemedikleri için bir ömür prens olarak Charles'la cezalandırıldıklarına filan kanaat getirdik. "Bunun dışında" gayet iyiler, kendi hallerinde, eğlenceli ve sade insanlar. Biz mavi kanlılar olarak kendilerine az biraz daha "bling" diledik. Sonra tren ve Londra.

Sonrası? bakalım. 4 günlük haftaları seviyoruz.

Hiç yorum yok:

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker