24 Ocak 2013 Perşembe

dördüncü tur.

Çok inanmıştım sahiden. Beraat edecekti yine. Yani bir insan kaç kere beraat edip kaç kere yargılanabilir, oyuncak mı bu? Alacakaranlık kuşağı mı, X-files mı, ne bu yani? Yine beraat edecekti ve bu son olacaktı, biz de "15 yıl boyunca delirtmeyi denediler ve yine de başaramadılar" diyecektik. Bitecekti. O akşam rüyasında görecekti annesini, "anne, artık bitti" diyecekti. Uykusunda gülümseyecekti. En çok da bunu diledim içimden. Çok da inandım.

Kararın açıklanması beklenirken evden çıktım. Bir iki saat sonra döndüm. Okudum: ağırlaştırılmış müebbet. Yine aynı şey oldu: ellerim buz kesti. Ellerim buz keser, gözlerim dolar. Böyle haberlerin her seferinde sanki gözümün önünde bi yakınımın boğazına çökmüşler gibi, hep aynı şey. Üzüntü değil, çaresizlikten doğan bir öfke. Bir şey yapamamak bile değil, tarifsiz. Birileri ruhumdaki tüm umudu ufalayıp ateşe atmış da külleri gözüme kaçıyor gibi.

*

Üniversitenin beni en çok şekillendiren yılı 1. yıl olmuş, şimdi fark ediyorum. Bazı hocaların öylesine söylediği, sıradan bi ses tonuyla tekrar ettiği şeyleri kaydetmiş beynim. Böyle zamanlarda hatırlıyorum hep. Beyin bi garip organ, 15 yıl boyunca bi kabus içindeyken delirmiyor mesela. Benimki de ne diyeceğimi bilemediğimde, boşlukları dolduracak akademisyen cümleleri seçip hatırlıyor. Anlatayım:

İktisat 101 dersi. Grafikler çiziyoruz, türevler integraller, bi yandan da "bunun neresi sosyal bilim yahu?" hezeyanımız başlamış. Sürekli bir şeyler varsayıyoruz, olmayan sorunlar yaratıp çözüyoruz ve aslında n'aptığımızı pek de anlamıyoruz. Lisede niye hiç iktisat okutulmaz, bilmiyorum. Belki vardır şimdi. Neyse. Hocamız da sağolsun, anlatmayı seviyor, öğretmeyi değil (aradaki farkı asistanlar kapatır hep) ve birinci sınıfın derslerine girmekten de nefret ediyor, ona biraz daha yontulmuş öğrenciler lazım. Bir gün, çok nadir yaptığı bir şey yaparak, anlayacağımız dilden konuşuyor. Kabaca şöyle diyor:

"İktisat kuramları belli kabullere dayanır. Mesela 'bir birey diğer bireyden alışveriş yapıyor' derken, bu alışverişi düzenleyen kanunlar olduğunu, hak ihlali olmayacağını, olursa adaletin sağlanacağını varsayar. 'rasyonel birey' derken, buradaki rasyonun ne olduğunu yine toplumsal bir uzlaşıya bağlar. Bunları tartışmaz, onun dışında çözümlenmiştir. 'Verili durum'dur bu. Bu, formüllerdeki "G" (government spending) değildir; bu formülü oluşturmadan önce, iktisadi sorunun çerçevesini belirleyen, fonunu renklendiren bir kabuldür.



Siz iktisat konuşurken 'ama ya şirket dolandırıcıysa, ya bakkal kazıklarsa' kısmını konuşmazsınız, onlarla ilgili önkabuller vardır. Bu önkabullerin en temeli de toplumsal güvendir. Bireyler birbirlerini kazıklamazlar; çünkü buna kalkışamayacakları kadar sağlam bir hukuk sistemiyle cezalandırılacaklarını bilirler. Kıt kaynakların etkin kullanımındaki yolsuzluklar iktisatçıların meselesi değildir. İktisat hukuki kaosu çözmeye çalışmaz, o kaosun giderildiği zamanlar için konuşur. O kazıklayanları 'imperfection' bile saymaz iktisat; çünkü onlar formül dışıdır. Dolayısıyla iktisat en temelde, varlığını diğer bilimlere dayandırır; en çok da topluma, toplumu oluşturan bireylerin bir ortak paydada buluşmasına, herkesin güvenebileceği bir hukuk ve adalet sistemine yaslar sırtını.

Bir toplumun ekonomik çöküşünde, krizlerinde de çoğu zaman formüller değil, bu temellerin sarsılması yatar. Birbirine güvenmeyen bir toplumdaki ekonomik çöküşü iktisatçılar açıklayamaz. Bunun için hemen her finans krizinin çözümü müdahale paketleri değil, hukuktaki yeni yaptırımlar, denetimler, kanunlardır. Türkiye'nin sürekli büyük krizler geçirmesindeki en temel sebeplere bakarsanız, ülkenin birbirine düşman kesildiği dönemler olduğunu görürsünüz. Yine de bunların hiçbiri gerçek bir toplumsal krize dönüşmeden duruma müdahale edildi ve hukuktan doğan o 'güven ihtiyacı' tazelendi (2001 krizi sonrası BDDK oluşumu ve yeni kanunlarla ilgili uzun uzun bilgi veriyor).

Bugünkü sorun ise daha ciddi. Giderek güven mekanizmaları çöküyor, adalet anlayışımız yozlaşıyor. Bunların yeniden inşa edilmesi çok güç, tabii eğer mümkünse. En büyük kriz, sanıldığı gibi ekonomik krizler değil, bir toplumun toplum olmaktan vazgeçmesiyle çıkan güven krizleri. Biz şimdi yavaş yavaş buna doğru gidiyoruz. İlk önce ekonomik emareler olacak, adına kriz diyecekler. Belki yine bir şekilde ara müdahaleler olacak, gecikecek; ama içten içe birbirinin gözünü oymak isteyen insanlara dönüştüğümüzde ve bizi durduracak bir hukuk da kalmayınca, bunlar da yetmeyecek. İktisadın en temel kabullerini unufak ederseniz, iktisat size ne yapabilir ki? İktisat böyle basit bir şeye bağlı işte: Güven. Güven giderse, yapacak bir şeyiniz kalmaz."

Evet, böyle bir şeyler demişti, hatırladığım kadarıyla. Daha kısa kesmiş olabilir tabii. Bize "grafiği çiziyoruz, noktaları birleştirip yıldız yapıyoruz" falan demediği ender zamanlardandı. Yıl 2003 olmalı. 10 yıl önce.

Bunlar geliyor işte aklıma. Güven. Güvenebilmek. Birbirine, hukuka, adalete. Bir şeylere ya, adını siz koyun. Böyle basit bir şeye bağlı sahiden her şey. Bizden bunu alıyorlar. Şimdi desem ki "devlet banka hesabınızı boşaltmış", daha net anlaşılır. Oysa bu ondan beter. Güvenemez hale getiriyolar bizi. Doğduğunuz zaman bile içgüdüsel olarak birilerine güvenirken, bir şeylere sırt yaslarken, elimizden alıyorlar bunu. Öyle "babana bile güvenmeyeceksin" değil, o kadar basit değil söylediğim şey.

Ben size "bildiğiniz her şey, en ufak ezberinize kadar hepsi, rahatlıkla çökebilir ve altında kalan yine siz olursunuz" diyorum. Çöküyor yavaş yavaş, öyle hissediyorum.

*

Ellerim hâlâ buz gibi. Hani yapmaz ya, mesela o kadın kendini assa bir gece, kim verecek hesabını? Yapmaz işte, ona güveniyorlar. Ben böyle her şey çöküyor hissediyorum ya, bu muktedirler bize bizden çok güveniyor. Delirmeyeceğimize güveniyorlar mesela. Fevri şeyler yapmayacağımıza. Kurbanlarının inadına inadına gülümseyecek güçte olacağına. Çok güveniyorlar. Bir onların başına çökmüyor hiçbir şey, hiçbir şeyin altında kalmıyorlar işte.

1 yorum:

kanatlı kedi dedi ki...

Benim de aklımdan geçen buydu. Ve muktedirlerin bize güvendiklerini de hiç sanmıyorum. Hani olmaz ya (ya da olmasın) o kadın öldürürse kendini, sevinirler, amaçlarına ulaşmış olurlar. Aykırı olan güçsüz olur, sonunda kendi suçunu anlamıştır derler. Keşke üzülseler, şok olsalar, "hiç beklemezdik nasıl kıydı canına" deseler yani. Demezler bunlar, çok acımasızlar. Buna üzülecek insan bu işkenceleri yapar mı?

Powered by Blogger

eXTReMe Tracker